Yeni Yıl

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , | Posted on Perşembe, Aralık 30, 2010

0

Bakma kış mevsimlerin en yakışıklısından biridir. Erkektir kış. Yine de yeni yıla sonbaharda girilseymiş, nufusta öyle çok artık görülmezmiş. Göksel ne güzel söylemiş ama Eylül'de Gel'i.. Yeni yılda yine sonbaharı yaşamanız dileğiyle güle güle zalımlar.

Are You Shpongled ?

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , | Posted on Pazar, Aralık 26, 2010

0

Click for Shpongling

Benim Canımı Sıkmayın

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Pazar, Aralık 19, 2010

0

İsmi Özgür olan sokak çalgıcısının sahne adı tutsakmış. Der ki;
1-) Özgür insan aptal olandır (!) Aptallığın sınırı yoktur, özgürlük sınır tanımaz.
2-) Günümüz şairinin ilham kaynağı gece lambasıdır. Yaşasın eskiler.
3-) En insansı çalgı saksafondur. Yerine göre sakin, neşeli, hüzünlü ve seksi..Büyük sosyolog, şehrin tercümanıdır
4-) Gerçekler kalem, yalanlar silgidir. İlk akla geleni alıp götürürler bazen. Bense şimdi anladım, şairlerin kelimelerini neden karaladığını...
5-) Karşı cins ve dış güzellik herkesin herşeyidir.
6-)  Kahvaltı günün en önemli öğünü müdür bilmiyorum ama kesinlikle en orta yaşlısıdır. Peynir yerken gazete okuyan adamlar...
7-) Olası kişiliklerin hepsi aynı çukurda buluşur. Sıcak olan sempatisiyle, soğuk olan karizmasıyla.
8-) Hormonal yapısı erkeğin suçu değil. Herşey kuku için.
9-) Kukusunu iyi kullanan kadın herşeye sahip olabilir.
ve;

10-) İntikamdan haz almak ne saçma !? Öldüreni öldürmek belki bir yanlış anlama veya avuntu.. İntikam dehşet verici "beyaz" bir yalandır insanın kendine söylediği. Çünkü ölümü öldüremezsin. Deneyemezsin bile..

Çok Kafa Kadın

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , | Posted on Salı, Kasım 23, 2010

2

Ben Lily. Meslekte 6. yılımın ve yaşamımın sonu o kırık duvar saatinde aynı dakikaları gösteriyordu. Hiçbir şey iyi gitmiyordu sandığınız gibi. Sandığınız şeyler asla gerçek değillerdir. Yine de karnımı parçalayan o kurşun oldukça gerçekti. Hayatımı değerli kılan hiçbir bok yok. Yine de ölmeden hemen öncesi yaşamaya değerdi. Bu cümlenin altı çizili ve bu cümlede anlatılmak istenen aşağıdakilerin hiç birinde yok. Bu edebiyat değil. Bu, ölüm. İnsanın kendi kendini becerebildiğini düşünün. Fiziksel olarak mümkünlüğünü bende hiç bir zaman onaylayamadım. Yine de, kendi bok yemesiyle iç organlarını kanatan insan kendini becermiştir. Aramaktan, yorulmaktan bıktığımdan beri kendimi beceririm ben. Gecelerce..Bu arada bunu, bir fahişe olmama rağmen yapıyorum. Bence de öyle, ne ihtiyacım var ki kendimi becermeye...Bok var sanki..

Silah sesini duymak ürkütücü, duyurmak ise haz verici.
Dannn..
- Ve yolun sonu Lily.
- Senin için mi ?
- Ne demek senin için mi !?
- Aletinin kısa olması, dar yolumun sonuna geldiğin anlamına geliyor. Bu değil mi ?
- Beni kızdırmana gerek yok, her şekilde seni öldüreceğim.
- Ödeşmiş oluruz.
- Hayatının son dakikalarında saçmalamayı mı tercih ediyorsun ?
- Yalanlardan bıktım, dürüst olmaya çalışıyorum. Hiv bebeğim.
- Hiv de ne ?
- Aids!
- Sana inanmıyorum sen herkesin düzmek isteyeceği bir fahişe değilsin.
- Araf'tan başlayıp cehenneme kadar s.kişeceğim. Orada görüşürüz.
-...

Anladığım kadarıyla Taksim

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , | Posted on Pazartesi, Kasım 01, 2010

1

Yukarıya yürü, aşağıya doğru yürü. Bomba patlasın, yirmi üç kişi, ikisi ağır yaralı.Üzül, yürümeye devam et. Yorulunca otur, diğerleri yürüsün. Sonra kalk ve yürü. Turistlere bak, 'Bi insan nasıl bu kadar uzun olabilir ? Hiç hoş değil.' Diye sorgula. İbnelere bak, sokak müzisyenlerine, kitapçıya, Çekik gözlülere, ikinci bir patlamaya karşı emniyet şeridinden uzak dur. Ara sokaklara gir, barlara bak, yürü. Liselilere bak, Galata kulesine çıkmaya üşen. Akşam eve dönüş yolculuğu için Gümüşsuyu'nda otobüs firmanı ara. İnönü'yü, Çarşıyı gör. İstiklal'e dön. Islak hamburger ye. Kimseyle tanışama. Yürü, eve dön.

Gölge Boyu

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , | Posted on Pazar, Ekim 24, 2010

0

Tekerlekli sandalyede oturan adamın ayakta ki gölgesini görmek,
Duvarları daha çok sevmektir.
Güneş ve açısıyla birlikte,
Hayalleri üzerine resmettiği için.

Karışsın tatlar iki el birden çalışsın

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Cuma, Ekim 22, 2010

0

Demlikten son bardağı zor çıkardıysan o çay alabildiğine soğur,
Sonu yudum gelmez, pakette sigara kalmaz.
El alışkanlığıdır bağımlılığın anası.
Tam bağımsız parmaklara güzel tütünler,
Sol ele de özgür tomurcuklar istiyorum.
Çay ve sigara kardeşler,
anlık ve sonsuz zıtlığında bir mutluluk bulmuşlar.
Yazarsan eğer günlüğüne o anı;
Ölümün elinden bir şey kapmış olursun.

'Ben Seni Sevdugumi' Ha bildum buni aç sesuni!

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Cuma, Ekim 22, 2010

0

Ulan, Hey!
Kısa boyumla sevdim ben seni selvi,
Sivilcelerini de sevdim lan ben,
Tabureye yoktu ki benim ihtiyacım.
Ulan filozof olsan neyse de, öznel düşünce senin neyine be kadın!
Kaç defa söyleyeceğim be kaç defa !?
Neymiş sende ki bu paranoya, güzelliğine inanmama.
Ulan sen kendini niye beğenesin ki, ben beğeniyorum ya.
Eh sen başak değilsin de sanki ben Fırtına Deresi miyim ?
İki derece daha artsa sıcaklar kurur giderim be, terliyorum zaten seninle.
Öyleyse bile, hani özgürdü ulan dereler ? Eh akıp gitsem yine boşa, yakmaz senin canını,
Sevmem ben de zaten pişmanlığı. Eh, iyi amınakoyim! Baraj ol tepemde o zaman,
Ha böyle dalga dalga vurup çekileyim ben. İyi mi, uyar mı ? Niye sessizsin lan !?
Hayalimde bile konuşmuyorsun, konuşturamıyorum. Hey!
Deniz var iyi bilirim, bizde ki kara. Lazım lan ben, şiir benim neyime ?
Düz giden kalemimi parçaladın lan sen, indirdin büyük harfle başlayan mısralara.
Ha böylesini istiyorum işte. Çık gel, düşlemekten bıktım ulan! Onlarca sen varsın şimdi gri hücrelerde,
Bi tanenizi gördüm galeride, ikinci elmiş. Ne eşşekmişsin. Kadın dedik, kamyonetim diye haykırdın.
Ben sana mecaz-ı mürsel sanatıyla binicem be! Hani hem gerçek, hem mecaz anlamıyla.
Anladın sen onu. Anladın dimi lan Chevrolet. Şşt sana diyorum Chewy anladın dimi ?
Seni seviyorum lan, bi' gün alıcam senden canım Silverado'm benim. ♥

Hepimizi daha çok sev!

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , | Posted on Salı, Ekim 19, 2010

0

Şişman kızlara 'Sen şişmansın!' diyebildiğimiz gün,
İç güzelliğin önemli olduğunu, dış güzelliğin daha önemli olduğunu kabul ettiğimiz gün,
Doktorların çekinmesinde bi numara olmadığını, 'Siz Kansersiniz.' Dediğinde aslında üzülmediğini kavradığımız gün,
Bizi daha çok sev!!
Ben de bu doktorun son cümlesine; 'Biz hepimiz mi ?' diyebilen adam ve kadına ömrümü veririm, onlara aşığım.

Aynaya 'Orospu Çocuğu !!' Olduğunu Söylemek İstiyorum!

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Salı, Ekim 19, 2010

0

Bebekleri severim, çocuk hıçkırışlarından tiksindiğim kadar değil. Adını bilmediğim, adlandırdığım yerlerde olmayı isterdim. Huzurun karizmatik ses tonunu, erken 'yaşlandırılmış' şarap gibi bozuk bir ruha sahip olan genç ve çirkin bedenimle. Saçıma nasıl şekil vereceğimi düşünmeden, eve dönerken güzel cafelere sahip, butik otel bahçeli o caddeden yürümeyi. Arabaları çeken valelerin yerine, otoparkı bile olmayan o bahçelere bakmak isterdim göz ucuyla, parmak ucunda yürürken sessizce gecede. Karanlığın insanları eve yollamadığı, loş ışıklandırmanın insanları susturduğu, zaten çok da konuşmak istemeyen insanların arasında olmayı isterdim. Annee' diye seslenen çocukların saf gürültüsünden uzak olmak. Yalnızlığın güzel olan yanlarını bilmek. Sürekli ama şiddetli olmayan yağışları almak isterdim. Bunlara sahip olabilseydim şuan ki gibi melankoli parçalamazdım. Parçalanmış olurdum. Beni okullardan uzak tutun, müzik akademileri kalsın çevrede sadece. Okul formalı çocukları görüp, bu saf ve temiz varlıklardan daha fazla tiksinmek istemiyorum. Benim de öyle olduğumu, rahatsızlık verdiğimi unutmak istiyorum. Beyaz içinde beyazlar istiyorum. Kar üstünde, beyaz ve çatlak kupa içinde kahverengiyi içmek istiyorum. Ağırca, soğumasına aldırmadan. Kimseye bişey vermemek, her insanda var olan o 'OROSPU ÇOCUKLUĞU'nun tam tanımı olan duygularımı bastırmak istiyorum. Güzel ve yuvarlak bir göte bakmamak için, hormonlarımdan arınmak için herşeyi vermeye razıyım. Kutusundan her sigara çıkarışımda kaç tane kaldı diye saymak, yetersizliğine üzülmekte istemiyorum. Hiç bir zaman yetmeyeceğini biliyorum. Daha fazlasını istememek için de herşeyimi vermeye razıyım. Ben, insan olmaktan nefret ediyorum. 'OROSPU ÇOCUKLUĞU'dan daha fazlasıyız. Hiç birimizi sevmiyorum. Ölmeye de korkmamak için herşeyimi verirdim. Ya tembelliğimden hepimizden tiksiniyorum, ya da ben hepimizden üstünüm.

Tanju ve Dört Mevsimin Kraliçesi

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Perşembe, Ekim 14, 2010

0

     İnsanın benliğinin öldüğü Necropolis'in heryerinde suların kesilmesiydi büyük sorun. Şehrin her yerinde. Geceleri hafif kolilerin düzenlendiği ağır depo işlerinde çalışmaksa bu kişiye özgün kokusunu verendi. Tanju'ya.
Eve dönüş yolu ekvatora yakın olduğundan çizgisel hız yeterliydi yürümeye üşenmemek için. Varıldığında yapılabilecek tek eylem ise ani çöken yorgunluğun nedeniyle alçak gönüllü o yatağa leş gibi girip, sızmaktı. Tanju' da her varışında bunu yapardı. Uyanmaktan ziyade ayıldığı o öğle saatlerine kadar yatardı. Kalkmasıyla da duş alması bir olurdu...
      
       Bu gece yine tarih kendini tekrar etti. Biraz daha keyifliydi belki, yarın potansiyel kız arkadaşıyla buluşacağı için. Belki bir kaç melodi üflemişti ıslığıyla yürümeye üşenmezken. Eve vardı, eylemini gerçekleştirdi. Güneş dik açılarla gelirken, gölge boyunun cisimden çok daha küçük olduğu saatlerde uyandı yine Tanju, duşa yöneldi. Suyu açar açmaz geriye sıçradı. Musluktan gelen o paf pof sesleri yüzünden. Tiksinç, o sarı su akıyordu musluktan. Onunla elini yüzünü yıkama düşüncesi bile midesini bulandırmıştı bu pis yatak sahibi adamın. Kusar gibi olduğunda aklına klozet değil, yatağın çarfaşına boşaltmak gelmişti. O kadar iyi anlaşmışlardı bu konuda sahte mezarı ile Tanju. 
        Dün geceden kazandığı yevmiyeyi bugün, potansiyel kız arkadaşı için ayırmıştı. Eylül..
Eylül parantezinde Dalgalı kumral saçları ve soluk tenini çarpınca eşiti 'Sonbahar' ediyordu Eylül'ün karizması. Öyle de güzeldi, öyle de sakin bir bedendi..Sarının en güzel tonuydu onun sesi. Zayıflığı, o ince ve kırılgan beli tamamen Sonbaharın güçsüzlüğünü yansıtıyordu. Necropolis'in en güzel mevsiminin aynasıydı o kadın...
      
      İşte o yüzden Tanju an itibariyle yırtıcı bir çığlık atarak o leş suya bakıyordu. Doğu Karadeniz' de bir karton Gürcü sigarası almasına yetebilecek o 20 lirayla bugünü güzelleştirmeyi düşlediği o anları bi kenara bırakmıştı. Bir otele, bir pansiyona gidip duş almak geldi aklına, mızmızlanmayı bıraktığı anda. Plastik şişeye 'Bong' diyen bazı yarı hippi arkadaşlarıyla takıldıktan sonra, evin o yürümeye üşendirmeyen yolunu kaybettiği ve parasının anca karşıladığı o otele doğru yola koyuldu Tanj. U'yu nerede unuttuğu hakkında en ufak bi fikri yokt'u'. 
     Tanj otele vardığında şüpheleri onu haklı çıkardı. Temiz duşu burda da bulamamıştı. Bir kaç öğrenci pansiyonunu da dolaştı, hiç bir yerde yoktu bugünlük temiz su! Anlar, anlar...Lüks otellerde oda tutmaya yetecek parası da yoktu yine 'AN!' itibari ile Tanj'ın.. Yine herhangi bir anda aklına berbat bir fikir geldi. Kaynak suyu satan en yakın bayiye yöneldi Tanj. Tüm parasına iki damacana su alabildi. Onları evine taşırken 2 damacana kadar terledi yeniden. Farelerin sevgilisi gibi hissediyordu kendisini. Aurası değil, iğrenç bir kokusu vardı üzerinde Tanj'ın.
Eve vardığında vileda kovası ve ufakça bir leğenle ısladı kendisini. Hiç kimsenin bir sabuna yapmayacağı şeyler yaptı, çitiledi, çitiledi, çitiledi..Dar vakitte iyi kurulamıştı temiz iki tişörtünden biriyle saçlarını. Evde ki pis kokuyu alabildiğinde, temiz olduğunu anladı ve aptal bir buseyi yapıştırdı suratına. O da ona, gamzelerini bahşetti.
    Dolmuşa verecek parası olmadığından buluşma yerine geç kaldı Tanj. Koşmaya, bir damla ter dökmeye cesaret edemediğinden. Ordaydı Eylül, ince adımlarla süzülürcesine yaklaşmaya başladı Tanj'a. Tanj son bir kez derin nefesle test etti kendisini. İyiydi, Eylül'ün boynuna sarılana kadar. Eylül'ün suratında nedenini hafif hafif anlatmaya başladığı şapşal bir kızarıklık vardı. Kokuyu iyi tanıyordu Tanj. Bir kez daha çekti nefesi içine, Eylül bir kadının kokabileceği en berbat şekilde, akbabaların bile iğreneceği bir leş gibi ter kokuyordu.
   İçinden geçti Tanj'ın 'U'.
U = Son değil, başka bahara...
     

Bak böyle

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Perşembe, Ekim 07, 2010

0

Nağme yaparken kadın, enstrümanı bastırırken vokalin sesi;
Bazısının elleri zayıf, yıpranmış ama inceyse, dudaklarına göre saçının kumral olması yeterlidir olmak için aşık.

Kimse yokken evde, açıksa müziğin sesi oldukça, parçaya göre;
Gözler açılmaya üşenilir ve bir çok kadın vardır, dans ederken. Seçemessin, hem zaten. Neyse.

Ve bular güzel şeyler, kötü değil ve öğretmenin öğrenciye her zaman bıkmadan söylediği şey;
Huzur ile hüznü birbirine karıştırmayın. Çünkü bunu hep yapıyorsunuz.

Karizmatik olmayan tek günah budur, yapmayın!

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Perşembe, Ekim 07, 2010

0

Erken kaldırmanın cezası günün geç bitiyor, sigaranın ise yetmiyor olması.

Birimiz akıllı değil, birimiz deli.

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Perşembe, Ekim 07, 2010

0

Bizim evin mutfağındaydı ilk zamanlar
Bir zamanlar güvenirdim.
Bir şeye sahip birilerine, benlere,
Duyardım. Ben ve ben, biz. Ben, ben ve ben. Aynı gözler, ayrı açılar.
Ben ben ben ben ben ben ben ben ben ben ben ben ben ben ben
Ve bir çoğu öldü, mutfakta bir çoğu öldü. Bi'kaç tane daha ben var.
En sevdiğim ise, yalnız 'kalabilen' ve çıldırabilen ben.
Aynı şeylere gülüp, ayrı şeyleri söyleyen.
Yine ben, hiç söz vermediğini farkedince sevinen ben.
Benlerden biri hiç bir zaman söz vermedi, kendine bile.
Bana bile. Bu geminin nereye gittiğini merak etmeyen yolculara hayran,
Hayvan ben. İçgüdüsel, çirkin ben. Komik ben, saçma ben.
Boklar yiyip, sonra utanan ben. İstediğim gerçekten;
Yalnız 'Kalabilen' ve çıldırabilen ben. Sorun etmeyen, vur.
İsmi, soyadı da alfabenin onbirinci harfi ile başlıyor,
Öyle kolay severim ki, bokunu çıkartırım bu işin.
O yüzden, sevmiyorum. Birini seviyorum korkmadan,
O da yalnız kalmayı başarabilen, ender ben.
Arif olanlar değil, beni tanıyan da değil.
Benim tahmin ettiğim kişiler anlar.
MFÖ'nün her şarkısı güzel olsa keşke
O zaman daha mutlu olurdum 'Şu an'
An, Kötüye iyi gerekiyor mu ?
Deliye akıllı. Ben ve ben,
Birimiz akıllı değil, birimiz deli.

Virgül, virgül. Sonra virgül, virgül.

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , | Posted on Salı, Eylül 21, 2010

0

Yere düştüğünde orada unutulan sigara, ertesi gün çakmak aranırken farkedilen rahatlık. Fenalık, zaten dizüstü bilgisayar kullanan kardeşlerimizin durumu her zaman daha zordur. Renk kardeşiyiz, asosyal aşık. Derken, diyemeyenler söylüyor, yazıyor ve ya okuyor. Dinlerken bi' yandan. Irkım zaten babasının otoritesine küfredemeyen, karşı cinsden utanıp sabahlara kadar mastırbeyt yapanların. Küllük bulmaya üşenip, herangi bir şeyden küllük yaratanların, tanrıların ırkı. Oh yüce zararlar, zararları..Zarlar, Altı altıyı her zaman iyi sanan gerizekalıların değil. Her zaman altı atmaya çalışanların değil. Bizdekiler ki rock n roll'a inanan, söylemeye cesaret edemediği şeyleri söyleyenlere hayranlar. Caka caka caka caka müzik fiesta'da! Yollarda, Üstü açık rahat, içi sıkış tepiş bara doğru bir gece seferi. Seferi, seferihisar. İzmir. Değil İstanbul gecesi, matah sanmak. Ankara'dan kalkıp gelmek, BOK VAR SANKİ, otobüste değil, barda sürtüşmek. Daha yasal sanki, sanki. Saki, İçki! Mide bulantısı, utanç, zevk. Sevk! Seks, umudu, günahsızlık. Umutsuzluk günahı. Rehberde kukular listesi, Osman'ın pipisi büyük. Banyo temiz, kirletme isteği. Herşeyi, herkesi. Gezmek, görmek! Sevişmek ezilmiş romantizmi. Arkadaş dürüstlüğünde Sikişmek. Unutmak, bir günlük. Tüm, biraz, hep. Zaman, saat kulesi, bar tuvaleti. Kusulmuş prezervatif. Karizma seti, bir milyonluk naylon. Tek merkezin etrafında dolanmak, dolamak. Domalmak. Filmlerden öğrenmek. Peki, sen de görmek istiyor musun dünyayı ? Anlattığım yetmedi mi ? Yazılarda en güzel şeyler bağlaçlardır. Bana bağlaçlarımı bul, sana biraz daha anlatayım. Ya da, kadının için boyut önemlidir, aldanma alçak gönüllülüğüne. Lülüğüne, sen bedava küskücüsün. Olmak istiyorsun, olmaya çalış. Küçük Sırlar'da ki Sinem Kobal'ı bana benzetiyorlar. Çok güzelim. "Güzelse ben de izliyim."Bunu söyle, sonra göreceksin dünyayı. "Neyse reklamlar bitti ben diziye kaçıyorum." Duyacaksın, bu gördüğün olacak. Dünyayı, biz aramızda buna 'Ebenin amını' diyoruz. Eğer bizdensen herşeyi farketmeye çalışan eziklerdensin, bizden değilsen ya caka caka caka tunalı hilmi caddesi popülaritesi'sin. Ya da senin ne bok olduğunu hiç birimiz bilmiyoruz. Ben diziye kaçıyorum.

NEDEN KISA OLUYOR NEDEN UZUN YAZAMIYORUM SİKİCEM AMA HA !

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Pazartesi, Eylül 20, 2010

0

Kendinizle psikolojik sevişmeye girdiğinizde 'zaman'a anlam veremezsiniz. Oysa çok ağır ilerlemiştir, anlar ve anlar birikmiş, yılların içinde belli parçalar oluşturmuş onu da beyninize montelemiştir. Bazen o an'ları yaşarken fark edersiniz, çok üstelemediğiniz için içerde biyerde kalmaya devam eder. Sorun, patlak vermeye yakın bi'şeyler hissetmeye başlamanız. Beyaz ekran o zaman, siyaha boyanmış bir banyo, pis bir küvet. Az eşyalı ev, büyük hoparlörler.Infected Mushroom'dan Heavyweight, yankı, tekrarlama, Su, küvetten taşan ses. Pisliğin içinde temizlenmek, felsefeden uzak, gösterişten çekinerek. Üşenerek, sesin ayarına dokunmamak, öğrencinin parası, oradan fahişe ve siyah banyoda, siyah şarkı. Anlık, belki biraz..Sikiş!

Yol

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Salı, Eylül 07, 2010

0

O en sevdiklerim olan beyaz çizgilerin üzerinden geçiyoruz.
Avrupalının 'Sunset' dediği şeyi izliyoruz, onu görüyoruz sahil yolunun ufuğunda.
Arka koltuğa geçip uyumasını söyledim, 'istediğim en son şey bu.' dedi, gülümseyerek.
'Neden, daha çok yolumuz var.' dedim, 'Keşke daha da uzun olsa' dedi.
Başımla onayladım, 'Zaten uykudayız' dedi. Rüya dedim, 'Gözlerimizi kapatmamıza gerek yok' dedi.
Müziğin sesini biraz daha açtım, 'The Weepies'..Biraz daha yavaşladım, Yavaşça ilerliyorum.
Umrumda değil..Gideceğimiz yerde yenilerini bulacağımızı bilmesem ona söyleceğim sadece,
"Şarj aleti yok, telefon yok, para sadece yemek yemek için, gördüğümüz her tesiste. Umrumda değil." olurdu.
Biraz daha yavaşladım, 'teşekkür ederim' dedi. 'Meleklerin nazik olduğunu biliyorum, kanıtlamana gerek yok.' dedim.
-Seninle mutluyum.
-Bu yolda mutlusun.
-Umrumda değil.
-Benim de...

Düşünen Bazıları ve Düşleyen İbneler

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Cumartesi, Eylül 04, 2010

2

Bazı dediğim kesim bi kaç adım önde doğmuşlardır. Avantajları, dezavantajları vardır elbet ama şans hepsinin üstünde gelmekte, seninle aynı çizgideysek anlarsın beni. Değilsen, beni seni görürüm, sen göremessin. Geri dönüp bakmak zaman kaybı çünkü, Görebileceğin şeyler herzaman mutlu etmez. Bakmak istersin, ama görmeyi istemezsin. Eğer farkındaysan ne ala, yok döneceğim bakacağım bastığım yerlere şimdi kim basıyor dersen. Ben bir adımımı zoraki atmaktayım, absurd ve sevimsiz bir dansda ki küçük küçük, ritm tutan adımlar kadar ufak hareket etmekte ayağım, ayağım 42 numara bile olsa. Ufak ufak ilerlemekte, baş parmaktan sonuncusuna kadar sürtmesi lazım öncelikle, tek tek, o arnavut kaldırımlarının arasından çıkan sikko otlara. Çünkü düşünmekteyiz biz. Eğer senin gibi kolay ve rahat adımlarla, en rahat yürüyüş ayakkabısyla ilerliyor olsaydık fazla düşünmezdik. Tek sorunumuz ayağımza batan taşlar oludu. Oturup ağlar, yürümeye devam ederdik. "Ama lakin ki öyle değildir, özgürlüğü bidir" Whatever;

Çünkü düşünmekte bazıları, atacağı adamda nereye basacağını değil, çünkü ben ve aynı çizgide olduklarım bastıkları yeri düşünürler. Gelecekte ki adımları bırakında, atınca düşüneyim. Sizi ilgilendirmez. Geleceğimi siz planlayamassınız. Sevgili ve ya en yakın dost söyledikleriniz mantıklı gelir, "Götüm dinle" diye bi ses de gahipden gaip mi nasıl yazılıyorsa o sikko şeyden gelir sana o zaman.

Uzatıyorum cümleleri can sıkıntısından, edebiyat parçaladığımdan değil. Edebiyat bilmiyorum, tek sanat müzik. Kapsamakta zaten şarkı sözleri edebi metinlerin çoğunu ateşe vermekte. Şiir okumak, bencillik ve kişisel duygulardır. Gör ki bir müziği kimse tek başına yapmaz, yapanlarda çalgıları olmadan yapmaz. Saptırdım, çünkü çekiniyorum belki anlatmaktan. Hayır çekinmiyorum, sikimde değilsin çünkü;

Söylemek istediğin biz birkaç çizgi geride olanlar, ya da bir kaç sayı. Beklentilerimiz düşüktür, kazanmayı değil berabere kalmayı hedefleriz, duruma göre daha fazla geride kalmamak bile yeterlidir bize. Sınavdan 4 alınca ağlamaz, 2 alınca seviniriz. Çünkü kaygılanmayı unutmuşuzdur. Ağlamayı da sevmeyiz, gösteriş için yapacağımız tek duygu zoraki gülmektir. Aciziğimizden, avuntumuzdan değil alışkanlıktandır. Beklenti yaratmadığımızdan, senden de birşey beklemiyoruz. Çünkü sen sikik müziğinle televizyonda nam saldığında mutlu olurken, biz mp3 çalarımızın şarjı varsa, süper market servisini de yakalarsak eğer mutluluktan ölmekteyiz. Gittikçe kaliteli ol sen, kelimelerle şov yap. Bir felsefe parçala ki Enteller çatlasın. 

Bizim bi alakamız olmayacak, çünkü biz anlamak istediğimizi anlayacağız. Ayrılık şarkısını, sevgilimizle aşk şarkımız olarak adlandıracağız. Yapmacık iltifatlar yerine "Kevaşem" demekteyiz.

Anlattıklarım delikanlılık ve ya "Karanlık sokakların, çirkin çocukları" oynamaca değil. Anlattığım şey yalnızlık falan da değil, yalnız değiliz. Anlattığım şey ilahi de değil, sikmişim yaradanı. Bana para lazım, para lazım ki otobüsü kullanabilelim, şarj lazım ki mp3 çalar susmasın o otobüste ki insanları bakışlarla tanımaya çalışırken. Bir arkaplan müziği lazım ki film gibi yaşayalım. Kurduğumuz hayaller gerçekleşmekten çok uzak, o yüzden asla hayal kırıklığı acıtmaz canımızı. Acıyana güleriz, birilerine hayran oluruz, birilerine bok atarız.

Tek bi ortak noktamız varsa bir kaç adım öndekiler ile, biz de geriye dönüp bakmak istemeyiz. Kaybolan bir eşya benim için değerini çoktan yitirdi belki, sevgdiğim ve ota boka söyleyip artislik yaptığım cümleler anlamını kaybetmiş bir kelime zincirine de dönüşür. Değer vermiyorum kaybettiklerime, kazanacaklarımı da düşünmüyorum. Elimdekilerle yetinmiyorum elbet, daha fazlasını istiyorum ama eğer bi paket sigara alamazsam, yolda ki adamdan bir sigara, üstüne üstlük bir de ateş istiyorum. Ter kokusundan sadece kendim rahatsız olunca, sallıyorum duşu. Bu kadar uzun ve saçma konuşmadan sonra tek söylemek istediğim şuydu, özetleyelim;

Ben bok gibiyim, yalnız değilim. Beğendirme, beğenilme kaygım sadece her insanda ki kadar. Demek istediğim; Düşleyen ibneyim, seni anlamak istediğim gibi anlıyorum o yüzden kitaplardan söz çalma bana, MFÖ' nün en taşşaklı şarkısından ben çocuk şarkısı sözleri çıkartıyorum. Sen klasik müzik dinlesende, benim için sadece bir eylem yaptığın. Çünkü ben klasik müzik sevmem. Ayrıcalığın yok, makyaja ihtiyacın yok.

Sinek Dövüşleri

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Perşembe, Eylül 02, 2010

2

İçesim yok, hiç olmadı. Ben içki içerken zorlanırım, midem bulanır hemen.
Sigara bir başka güzel şey aslında, dertsiz tasasız. Otuzbir çekmek gibi, kısa, kolay.
Rakı ve İstanbul'a da hayranlığım yok benim. Belki beste yapabilme hediyesini almadığımdan.
Bilmiyorum. Hiç bi sik bilmiyorum hem de, anlatacak çok hikayem oldu. Birbirinden komik.
Sevgilim de çok oldu, hemen hemen herşeyi, herkesi çok sevdim ama kız arkadaşım hiç olmadı.
Belki bi kere, lise zamanlarında bir hafta. O yaşlarda modaydı zaten, otuzbir gibi ilişkiler.
Devamı gelirdi, başka bedenlerle. Ben devamlılığını sağlayamadım ama, olsun. Bi' kere de olsa ayağımı uydurdum. Yaradanın varlığına olan inancımı bir buçuk, iki sene öncesinde tamamen kaybetmişimdir. Sebepsiz yere..Öyle bi' olay yok. Bilmem, umrumda değil.
Aşık da oldum sonra, bir çok kez hemde. Hayatımda ilk olduğum şey 'aşık'tır... Olabildiğim..
Hala da aşığım, bi'yerlere, birilerine..Bir bar var, orda garson ya da müdavim müşteri bir karı var.
Onun gibi mesela, ona da aşığım. Tori Amos'a da aşığım. Apple'ın macbook'larına da aşığım.
Hepsinden çok hepsine hayranım aslında, ağzıma en çok yakışan kelime 'Şahaneymiş'dir benim.
Öyle krizlere, ciddiyete ağlayamam, insanın ağlaması gerektiği şeylere, zorlasam da göz yaşı dökemem.
'Sahte göz yaşı akmaz' diyen ne güzel söylemiş, akmıyor. Akıtamazsın. Tiyatrocu bile bir acısına çullanırmış,
Öyle ağlarmış, sahte denilirse buna tabii. Ben çok kolay ağlarım aslında. Sihirli Annem dizisini izlerken ağladım,
Optik Başkan öldüğünde hüngür hüngür ağladım, fanatik bir Beşiktaş'lı olmasamda. Gazetede öldüğünü hönküren haberlere konu olanlara ağlamam, hiç ağlamadım ama bulunduğum sözlükte birinin vefatı bildirilince, salya sümük ağlarım. Bilmem, boktan hayatlarını, daha boktan bir hayata, çevresine ıstırap yaşatan tüm o ibneler bile ölüyse, acırım, ağlarım. Bir erkeğim evet, ibne de değilim. Hayır hormonlarım da düzgün. Hatta
O' kadar fazla testosteron salgılıyorum ki kıllıyımdır normalden daha, sırtımda yok, rahatım. Bir' çok kadına sinir olmuşluğum vardır, nefret ederim bazen. İş çüke dayansa, kendimi durduramayıp çatır çatır laf söylediğim bu kadınları yalayacağımı da biliyorum. Hormonlar gereği, keşke yapmayabilsem. Keşke, azdırılıp azdırılıp sikilmemesi gereken onca insana bu acıyı yaştabilsem. Bilmem, kendine güven meselesi. Güveni geçtim, kendimi de pek tanımıyorum. Çok konuşurum, fazla dinlemem ben. Aynı şeyi tekrar edenlere sinir olurum, bir cümleyi yirmi kere tekrarlarım. Sanırım ben halk arasında 'Orospu Çocuğu'yum. Yirmili yaşlarda elbiselerle, bihter konseptiyle dolaşan kızlardan da nefret ederim. Kadın gibi görünmeye çalışan, kızlardan. Ağustos sinekleri kadar nefret etmesemde.. Uğruna savaşacağım hedeflerim de yok benim. Küçük isteklerim için, satamayacağım insan da yok. İnsanları kırmak istemem bi' yerde, kırılırlarsa da sikimde olmaz. Hepinizin .mnakoyarım lan. Bi sik yiyemem ben. Hiç görmediğiniz birine dönüşüp merak bile etmediğiniz yerlere gidiyorum. Böyle bitsin, ben bittim.

Resimli Şiirden hazzetmem, poz veririm.

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Çarşamba, Eylül 01, 2010

0


Arabik melül bakislarimla da kücük iskenderi deviririm, neyse.

L

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Çarşamba, Eylül 01, 2010

0

Kar yağıyor, uzunca bir süredir hemde. Tutmuyor, yerler yağmur sonrası kahverengisi, belki biraz olgunluk karizması var üzerlerinde, hafif bi' beyazlık. Belki. Bilgisayarım öleli çok oldu, yine de internet tarayıcısını açıyor. Seyyar kitapçı Ahmet'ten de kablosuz ağ zımbırtısı aldım. Üst katta ki ibnelerden çekiyorum interneti. Lazım oluyor, elektronik postalar olmassa kimseyle haberleşemem. Telefon kullanmıyorum. Yani, bir numaram yok. Son olaydan sonra kartı kırıp atmak zorunda kaldım, boş duran telefonu da ucuza sattım. Onun parasının üzerine biraz göt yalamacılık yapıp güç bela aldım Ahmet'ten adaptörü. Posta kutum dolmuş, taşmış..

Saçma sapan bir sürü şey..Üç ay'da yedi santim büyüten haplardan, kaygan suni vajinalara kadar oldukça bilgilendirici postalar almıştım. Hayatımda nerede karşıma çıksa her zaman sinir krizleri geçirdiğim +99(ya da herhangi bir sayı) ibaresiyle karşılaştım. Başlıklarından eleye eleye, sayfaları geçtim. Aradığım organlarım ve ya oturduğum yerden 10.000$ kazanmakla ilgili değildi. O'nun postasını arıyordum..

8. Sayfa'da anca bulabildim. Açtım, açılması için yaklaşık bir dakika beklemem gerekiyordu. Sonuçta, bilgisayarım ölmüştü. Kar beyaz bir yalan gibi yağmaya devam ediyordu, doğruyu söylemediği yerlere tutunamamasıydı, düştüğü gibi yok olması, buna rağmen yağması..Ya da, yağıyormuş gibi yapması. Ne dersen de, ben sadece postayı okumak için sabırsızlanıyorum...Açıldı en sonunda, ortalanmış koyu mavi renkte bir başlık var "Koştum ve Tekerlekli Sandalyeme Atladığım Gibi.." diye. İşte, benim kadınım.. Onu hiç görmedim, görmek istemiyorum. Dinlemek istiyorum, okuyarak evet. O'na cevap yazmıyorum, bunu istemiyorum. Sadece okuduğumu bilmesi için ona 'L' harfi yazıp gönderiyorum..Neden 'L' olduğunu en az ben de senin gibi merak ediyorum...

Bu, bana gönderdiği yedinci e-posta. 'L'yi sormuyor," beğendin mi ?" diye sormuyor. Göndermeye devam ediyor, ona hayranım..Bu postada ki metin oldukça uzun ve karmaşık, üşeniyorum. Size anlatamam, hem zaten paylaşmak da istemiyorum. Tek bildiğim her postasının sonunda 'Kararsızım, 10. hikayemi de gönderirsem sana eğer..' yazdığı..Umutlara, saçmalıklara sürükleyen çok bilinmeyenli bir gizem. Bilgisayar kilitlenmeden onu kapatsam iyi olacak. Belki daha sonra size anlatacağım bir hikayem olmasını istemekle, istememek arasında ki düşüncelerimle sevişmeliyim. Yani sevişmeliyiz, yoksa size anlatmam. Kaldı ki; içimde birden çok insan olduğunu biliyorum, kendi kendimize bir çok kez kanıtladık. Evet, şizofreni..Yine de ben bana elektronik posta gönderen insanı istiyorum, bir kadın olması umuduyla. Umarım ben istiyorumdur, siz değil. Paylaşmak istemiyorum.. 'L'

Bir Cumhuriyet, Bir Vakit ve Bir Bulvar Lütfen

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Çarşamba, Eylül 01, 2010

0

-bir cumhuriyet, bir vakit, bir de bulvar lütfen.
+abi ne yapıcan bunları böyle ?
-pandora' nın kutusunda birleştiricem.
+ha
-laik, inançlı ve seksi bir toprakdan bahsediyorum ben.
+abi sen resmen 21.yüzyıl jim morrison'unusun. öpiyim gel.
-öpme lan zaten ben fırtına üzerinde ki sürücülerdenim.

Cinsiyet 'belirtilmemiş'

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , | Posted on Salı, Ağustos 31, 2010

0

Oğlum, babama. Sen kadınına ağla. Utanma, gözyaşının cinsiyeti belirtilmemiştir.

Denim & Leather

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Salı, Ağustos 31, 2010

0

Herkesin sessiz çığlıklar attığı zamanlarda. Eski kafalı babaların ve otoritelelerin vahşileştirdiği kot ceketli çocukların zamanında. Birilerine, bi'şeyler söylemeye çekinen adamların zamanında sahneye çıkıp, 'we're are the youth gone wild' dediğinde. Hemen hemen her çocuğun bu 'Bon Jovi' dediği zamanda. Whitesnake konserine 'akşam 11'de evde olma sözü' ile giden çocukların zamanında. Kot ve derinin seviştiği zamanda, 70'li yılların sonunda yaşamak için feda edebileceğimiz bi'şey yok. Belki sadece odamıza doldurabiliriz şimdi;

Tık

Karanlığa Terk Ediyoruz Maviyi

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , | Posted on Pazar, Ağustos 29, 2010

0

Saçlar boynumuza kadar uzamış, rastalanmış. Dövmeler bile renkli bileklerimizden, parmaklarımıza kadar. Gökkuşağını kıskandıracak bir hırka var her birimizde. Gizleniyoruz şimdi. Daha büyük bir karanlığa Dünya'yı terk ediyoruz. Çünkü, bilmiyoruz.

Ve Her Zaman Komik Olmak Zorunda Değilsin

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , | Posted on Pazartesi, Ağustos 23, 2010

0

Ve eğer istersek cümleye de 've' ile başlarız. Çünkü biz burda gerçekler içinde ki yalanlara inanıyoruz. Doğruların doğru olduğuna genelde şüphe duymuyoruz ve ıslak uzun saçın dalgalı bir saçtan her zaman daha güzel olduğunu da biliyoruz. Belki şarkılarda ki gibi binlerce metre yürümüyoruz evet, duvarlarada yazmıyoruz. Sikik a4 kağıtlara basıyoruz bazen evimizde ki HP Deskjet D1360' ile. Ve cümleye yine 've' ile başlarken sonu gelen uzunlu kısalı yazılarımızda gerçekten bi sik anlattığımız da yok. Zamanı herkes öldürüyor, defalarca. Ve biz bi kere yapmak istiyoruz. Ve bu yüzden onu döverek, tekme tokat öldürüyoruz. Kafasında manasını aramadığımız kelimeler patlatıyoruz, parçalara ayrılıyor. Parçaları birleştirmeniz içinde size fırsat veriyoruz. Ve sikinize takmıyorsunuz. Ve sikimizde değil. Seninle ben birbirimizi umursamıyoruz. Ben seni seviyorum, umrumda değilsin. Ve bazen sadece saçmalamak için kişisel gelişim kitaplarını yırtıyoruz. Ve gelişememiş, herşeyin de farkında olduğunu sanan ibneler olduğumuz için bi' çok yazarla taşşak geçiyoruz. İmla hatası yaparken köşe yazarlarına bok atıyoruz. Amatör falan da değiliz. Anlatma, yaz. Yaz yaz. Müzik yapamadığımız için yazıyoruz. Söylemekten korkmasakda korkuyormuş gibi yazıyoruz bazen. Bazen yazmaya da korkuyoruz. Ve herkes için yazmıyoruz diye kendimizi avutup, korka korka karalıyoruz dijital defteri. First anal date' videosunu izlerken sesi kapatıp, arkasına david bowie açıyoruz. Man who sold the world diye mırıldanıyoruz. O dünyanın en basit ve en muhteşem melodisini ağzımızla çalıyoruz. Dırı dı rıı, dırırırı. Ve bi yandan da uzun araç tünele girip, en başa dönmeye devam ediyor. Uzun ve siyah kamyon. Sızdırmaya başlayana kadar. Bunu neden yaptığımızı düşünmüyoruz. Belki dünyanın en progresif sesi Bowie'yi arkadan sikilmekte olan kadın da duyuyordur. Belki ondan bağırıyordur, belki o da bizim gibi bişeylere hayrandır. Ve belki onun için de yazıyoruz. Yaşadığımız apartmana bok atarken, yöneticiye ve ya komşulara ithaf etmiyoruz. Yan mahalleye ithaf ediyoruz. Her filmden sonra etkilenenler için etkileniyoruz. Dijital dudaklarımızı alıp balkonda konuşuyoruz, yangın merdiveninde yazıyoruz. Yine de yangın merdiveninin duvarına yazamıyoruz. O görkemli ağaçlara bi'şeyler kazımıyoruz. Çok çevreci olduğumuzdan da değil nedendir bilmiyoruz, sorgulamıyoruz. Ve saçmalıyoruz, komik olamıyoruz, zorunda değiliz. Umrunda değiliz, umrumuzda değil. Ve yaşadığımız hayata lanet etmiyoruz. Yine de dünyanın bizim için ne kadar boktan olduğunu biliyoruz. Diğerleri için de biraz kokuyu alsınlar diye bok atıyoruz. Tabi böyle denebilirse. Hissettirmek için hüzün yazıyoruz bazen, huzur buluyoruz. Ve hala kimse bi sik hissetmemiş oluyor biz hariç. Ve Chuck'ın dediği gibi "Bizler bu dünyanın şarkı söyleyen ve dans eden pislikleriyiz." O yüzden bir çok şeye sahip değiliz, kimsenin bize sahip olmamasını umuyoruz. Tamam bazen fazla çirkiniz, genellikle yakışıklı olmuyoruz. Ve istemesekde kaybedecek şeyler bulmamızla kaybetmemiz bir oluyor. Belki de kaybedecek hiç bir şeyi olmayanlara inat, bulur bulmaz kaybediyoruz. Ve hala Bowie dinliyoruz, karakter sınırı olmadığı için özgür olduğumuzu sanıyoruz. Ve Chuck diyor ki "Kaybedilecek hiç bir şeyin yoksa ancak o zaman özgürsündür." Ve kaybedilecek bişeyler bulmaktan vazgeçemiyoruz, onları kaybetmeye de doymuyoruz. Zamanı ayarlayamıyoruz, çünkü onu hala dövmekteyiz. Bu satıra kadar geldiysen ona güzel bir yumruk patlatmışsındır demektir. Elinin acısını, bi' yere geç kalınca hissedeceksin. Ve bu sikinde olmadığı zaman beraber yaşamayı deniyeceğiz. İçimizde içki içemeyenler olacak benim gibi, o zaman da kenevirleri ayıklayacağız benim için, hep beraber sömüreceğiz dumanı. Ve yapacağımız tek şey sadece gülümsemek olucak. O'an salgıladığımız adrenalini zaman'ın götünden söküp alacağız. Tekrar salgılayana kadar bayılan zamanda, bizler birbirine gülümseyen, sarılan, arkadaşlar olacağız. Yarın birbirimizi tanımasakta, sevişmiş olacağız. Kazınmış bişeyler olacak beyin dediğimiz duvarlarımızda, oraların üstüne bir Pulp Fiction posteri yapıştıracağız. Akdenize gidersek bir gün, nemden poster yavşadığında yırtabilirsen, ve sahilde karşılaştığımızda aramızda duvar olmayacak. Bir gece daha sarılacak, çiçeği koklayıp yükseleceğiz. tencere yanımızda olmadığı için pet şişeye asılacağız. Oradan çekeceğiz dumanı. Sonra güleceğiz, sarılacağız, sevişirken yapılan saçma bir espriye saatlerce kahkaha atacağız. Ve bu sefer deniz bizi izliyor olacak. Her seferinde bizimle daha iyi anlaşacaksınız. Daha çok sahil şeritlerinde gezmeye başlayacaksınız. Gri hücrelerin her kaybı, aşkımızı ateşliyecek. Ve ölene kadar kaç kere aynı duvara yaslanabilirsek, belki bir, belki üç. İşte o kadar sevişeceğiz bazen. Ve biz aranızdayız. Ve biz bizimleyiz, otobüslere sığmayacak kadar kalabalığız. Çünkü bizler sizleriz. Çünkü biz mutlu algılarız. Ordayız, buradayız. Kapıların ardındayız. Ve ölene kadar kaç kere kapıları açabilirsek, belki bir, belki üç..İşte o kadar sevişeceğiz. Bi'yerden sonra karnımızın ağrısının geçmesi için dua etmeyi bırakıp, kapıyı sonuna kadar açmak için tekmeleyeceğiz. Bir' omuz atacağız belki. Ve sekeceğiz. Elni tutmak için uzanan milyonlarca parmak göreceksin. O zaman yine sevişeceğiz. Ama şimdi winamp arıza çıkardı. Ve ben yazmayı bırakıyorum. Çünkü şimdi duvarımızda ki yarığa bir David Bowie posteri yapıştırmamız lazım. Nemlendiğimizde, sevişmek üzere..!

Ayıpçılar

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Pazartesi, Ağustos 23, 2010

0

Bu özet kullanılabilir değil. Yayını görüntülemek için lütfen burayı tıklayın.

İlerlemenize rağmen 50 metre ilerde ki hiç yaklaşmayan ağaç

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Cuma, Ağustos 20, 2010

0

Gecenin finalini bekleyen kadının kısa saçlı sevgilisi ve onun arabası. Onların izlediği geri dönüş yolunun manzarasıyız. İyi geceler öpücüğünün aldığı hazzın devamlılığını kılıyoruz. Sıkıcı değil ama aynıyız belki. Birbirimizi seviyoruz. Sevemediklerimiz ise;

Coğrafi aşklar yaşayanlar. Seks değil, "tutkulu telefon görüşmesi" çaresizleri. Nasıl bir zorda kalmışlık, nasıl bir saplantı ise kopamamak birbirinden, onca kilometreye rağmen bıkmadan saçmalamak alkoliklikten daha itici bir alışkanlık. Birbirlerini bir öncekinden koparan, bir kaç anları olan ama asla şimdi ve ya yakını olmayan saçmalıklar saplantısına sahip heteroseksüeller, seviciler, oğlancılar. Sevemiyoruz sizi. Heryerde olmamıza rağmen, yollar yakışmıyor size. Yakıştıramıyoruz, üstümüzden çekilin. Bizim fırsatımız yok. 'Buralar gidemez, siz gidin.'

Ölüm Meleği Bu Senin İçin

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Salı, Ağustos 17, 2010

0

Komik adamlardı. Tam kelime anlamıyla değil, kara mizahdı onlar. Trajikomiklerdi. Bir ve ya her ne boksa o kadar sene ve ya zaman öncesinde itfaiye meydanına kız arkadaşlarımızla gitmememizi savunup delikanlılık taslıyorlardı. 'Ben bu şehri tanırım.' bakışları vardı kaşlarının altında. Şimdi o ibnelerin bazıları, parası olanları yada kafası çalışan bu komikler 4 sene eğitim alıp, tasdikli komikler olacaklar. Altı ay boyunca askerlikde komiklikler yapacaklar, her boku bildikleri için güzel dayak yiyecekler. Bunun getireceği eziklikle döndüklerinde daha da komik olacaklar. Komiklikleri ölene ve ya öldürülene kadar devam edecek. Ya da herşeyin farkında olduğunu sanan biz salaklarında ölmesi gerekecek. Çekilecek çile değil bu komiklerin esprileri. Biz hep bir ağızdan şunu haykırıyoruz; 'Haydi, yavaş dokun ve öldür bizi !!'

Galeride ki Aziz

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , | Posted on Salı, Ağustos 17, 2010

0

İğrenç, yapış yapış bir hava. Havalandırma yok, artık yok. Bu insansız bina da balıklar dışında yaşayan yok. Buna, yaşamak denirse. Akvaryumun suyu sıcak. Biri, bir ara buz atmış. İçinde hasta balıklar var, ölmeye şişmiş balıklar. Daha sonra akıllanıp, bir fan takılmış. Üflesem, o sikik fandan daha serin bir hava veiririm. Bu boş sanat galerisinde, tablolarla gözü doymayanlar için bir zevk bu koca akvaryum. Kocaman ama içinde olması gerekenden çok daha fazla balık var. Renkli renkli, geceleyin çekilmiş bir trafik resmini anımsatıyorlar. Hani şu arabaların sadece farlarının göründüğü resimler. Kırmızı stop lambaları, sarı ve ya beyaz farlar. Balıkların konsepti de bu. İğrenç, bir çoğu hasta ve dengesiz yüzüyorlar. Hasta olduklarını anlamak için çok zeki olmak gerekmiyor. Suyun dinlendirilmiş ya da sert olduğunu anlamak için gerekiyor olabilir, umrumda değil. Entelektüel orospu çocukları balıkların bir çok çeşidini iğrenç bir şekilde yediği gibi, izleyerek de onları iğrenç bir şekilde öldürebiliyorlar. Bu, bir evin başarısız bir bakım sergileyen hizmetçisinin ilgilendiği bir akvaryum değil. Bu bir konsept, katliam. Balıkları sevmem ama entelektüel orospu çocuklarını hiç sevmem. O yüzden bugün buraya dördüncü tabloyu çalmaya geldim. Hiç siklerinde olmasa da, bu eserin yokluğundan nasıl dem vuracaklarını göstermek için. Sahte üzüntüler, sanata yapılan saygısızlık hakkında ki sikik aforizmaları. Sırf konuşacak bir şeyleri olsun diye yapıyorum bunu. Ben, azizim.

Topraktan geldin, toprağı sana yedireceğim.

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Pazartesi, Ağustos 16, 2010

0

Sıcak değildi terlememin sebebi. Yirmi dakikadır bi hızlanıp, bi yavaşlayarak koşuyordum. Havaya açıldığını ümit ettiğim ateşin sesi kulaklarımı parçalıyordu. Silahın sesinin verdiği göt korkusuyla daha süratli koşabiliyordum. Döneceğim bir köşe aradım. Köşe de, 'Köşe Bar' diye yaratıcılıktan uzak kahverengi kadife koltuklu bir mekan hayal ettim kaçarken. Oradan bir izbandut ben tam köşeyi dönerken enseme yapışacak ve beni içeri çekecekti. Ölmekten kurtulacaktım, sebepsiz yere dayak yiyecektim barın bodrumunda. Bunu düşlemiştim. Sonra, bir kere daha, bamm. Bu sefer ki öyle bir yankılandı ki arkasından kadının bir kaç el daha ateş ettiğini sandım. Beynimden haki yeşili montumu yırtıp geçen kurşunların sıcaklığını düşünmeyi atamıyordum. Tahminimce kurşunlar sıcak olacaklardı. Sonr..Ah! İhmal! Lanet belediye çukuru. Bu ihmalin işe yarayacağını düşünürken kadın çukurun üstünden atlarken beni farketti. Sendeledi, silahı aşağıya düşürdü. Silah daha yere düşmeden Karmaa! diye haykırdım sessiz bir çığlıkla. Silah düşüyordu, sıra bendeydi, onu alıp kadını vurucaktım. Düşüyordu tabanca, düştü, patladı. Karma.. diye hıçkırdım bu sefer göğsüm kanarken. Bu sefer kadın koşuyordu, bense belediye çukurunda kazara vurulmuş bir şekilde ölüyordum. Son duyduğum ambulans sireniydi. Onu dinlerken de bir yandan karmaya lanet ediyordum, yalan! Sonra gözlerimi morgda ki buzdolabının tam içine itilirken açtım. Karanlıktı, hayali bir kibrit çaktım. Sonra, karma..dedim. Yalan değil ve intikam çok yakın. Yakınlığından da çok olanı ise ürkütücülüğü, iğrençliği..Ölmüştüm ama yaşıyordum. Böyle bir çelişki filmlerdeydi, ama bundan aldığım haz başka hiçbir yerde yoktu. İntikam hevesim, bir çeşit canavarlıktan dolayı aldığım haz birleşince. Kadını saatlerce dövüp öldürmekten vazgeçtim, daha iyisini istiyordum. Bunları buzdolabının içinde düşünüyordum. Buradan nasıl çıkacağımı sonra düşünürüm, şimdi alacağım hazzın hazzıyla yanıyordum ve aklıma gelen kadını toprakla öldürmek. Evet, ona toprak yedireceğim. Vucudunda ki bilmemnelerin bilmemnereleri yırtılacak ve ölecek. Ölmesse de, tecavüz ederim. Evet, evet evet. Karma, teşekkür ederim.

Amerikan Rüyası

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , | Posted on Cuma, Ağustos 13, 2010

0


Kısaca Josh. Saat 02:24. Kız kardeşim nerde bilmiyorum, annem sızmış. Bu gün çok yorulduğunu söylemişti. Şişenin kapağını açarken heralde. Kardeşim Era. Sanırım bi'yerlerde ve birileriyle sevişiyor. Bense burada dijital günlük yazıyorum. Biz üçümüzün altında olduğu bi otorite yok. Babamla beraber devrildi. Devrilmeden öncesinde "seni ve otoriteni sikeyim!" diye haykırıp, kalbimi hızlandırabiliyordum. Şimdi o öldü, hiç bişey yok. Sıkıcı. Rahat ama güzel olmayan şeyler yaşıyoruz. Annemin olmadığı gecelerde nerede olduğunu biliyorum, Rick denen sigortacı adamla beraber, ne yaptıklarını bilmiyorum. Adam evli, ve annem adamın evine gidiyor. Çok fantastik şeyler düşünebilirim, neyse. Kardeşim içinse durum farklı, onun nerede ve kimle olduğunu bilmiyorum ama ne yaptığını biliyorum. Genelde isteyerek, bazen istemese de sikişiyordur. "Hi there people I'm Bobby Brown" 

ARGHH

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in | Posted on Cumartesi, Ağustos 07, 2010

1

O binayı' yakarım. Senin götünde dolanmak için kendimi senin yoluna çiziyorum senin sikinde bile değil. Hatta varlığımdan bi'haber olmandan dolayı daha da vahim. Yeni başladığım, daha doğrusu sadece eğitimini aldığım rainbow markalı 6milyar su hazneli elektrik süpürgesi vari uzay mekiğine de sokayım! Kendi kendimi becerdim, nerden girdim bu işe. Yok arkadaş, benim özgüvenim sıfırmış ben bunu oğrendim. Kimse öğrenmesin, acıtıyo. Şirkete başvurmak için gitmeden önce yarım saat caddede gidip geldim. Sonra gittim, başvurdum, sözleşme imzaladım. Nası pişmanım, mnakoyim istemiyorum. Benden bi sik olmaz. Ailelerden randevu alıp bu ürünü tanıtıcam satmaya çalışıcam bilmemne. Hergün öncesinde de Gazi Osman Paşa'ya gidicem şirkete. Sonra millete gidip laga luga, ürünü satmaya çalışıcam. MNAKOYİM. İşe yanlışlıkla girdim, çıkamıyorum da. Kendi kendimi becerdim. Nası hüzünlüyüm anlatamam. Gördüğün gibi anlatamıyorum zaten de mnakoyim. Satış başına para alıyosun prim usülü. Bi bok satamazsam yol, yemek parasına verdiğim annemin paraları da göte gelicek. Tavsiyem odur ki, kendinizi tanımadan sikinizin dikine hareket etmeyin. Bişeyleri kaldırıp kaldıramayacağınızı bilmeden kaldırmaya çalışmayın, altında kalırsınız. Ya da kalın, banane. Ben burda 4 yıldır ilk defa hüzünlüyüm. O binayı da yakıcam o oturduğun binayı sürekli. Nası bi şeysin, benim için yapmışlar seni. Öldürücem ben seni o saçlarını yolucam. En platobik bülübablım, lülüğüm, maymunum, kadınım, seni çok kötü döverim.

Saçım düzgün olsun

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , | Posted on Cumartesi, Ağustos 07, 2010

0

Şarkının herangi bi'yerinde üç beş keman aynı anda girdiği zaman ağlıyorum ben.
Uyanıp masama yaklaştığımda çöpe atmak için elimi attığım paketin içinde son bir sigara kalmış olması muhteşem.
Söylemek isteyipde söyleyemediklerimi yazdığımda, sesim kısılıyor.
Okul, iş için falan Avrupa'ya gidip bu ülkeyi özleyen lavukları gördüğümde ise kafam allak bullak oluyor.
Sikko bir markette oldukça ucuz taklit bir mal alıp, tadını beğendiğimde ise muhteşem, muhteşem. MUHTEŞEM!
Sen de muhteşemsin, ben de olmaya çalışıyorum. Tanışmadık, bir gün tanışırız. Umarım o gün saçım düzgün olur.

Otobüs durağı kızları ve avcıları

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Salı, Ağustos 03, 2010

1

Olur ya, otobüs yolculuğunu severiz biz yanımızda mp3 çalar varsa. Kulaklıkların ikiside çalışıyorsa, şarjı tamsa. O zaman yolculuk uzun sürsede pek sallamayız şehiriçi trafiğini. Her neyse. Her haftasonu şehir merkezine inmek zorunda olan, (Niyeyse, bok var sanki) bir dallamanın günlüğünden geliyor Otobüs Durağı Kızları;
___________________________________________________________________________
Ya mnakoyim! Delirecem yahu. Ulan günlük. Bizim oranın durağı Ulus gibi lan, her yöne dağılıyo. Çok karizma ceketimi giyip gidiyorum durağa, en cool tavırlarla yaslanıyorum böyle mal mal ayakkabılarıma bakıyorum. Bence dışarıya şahane görünüyor bu hareket yahu. Neyse, karı kız akıyor tabii izdivaç durağı. Beğeniyorum renkli gözlüleri bilmemne. Doluyor taşıyor durak, ulan bindiğim otobüse bi tanesi binmiyor çıldıracağım lan. Çıldır Bülent. Vay mnakoyim diyorum kendi kendime. Gidiyorum ikiside boş olan koltuklardan birine oturuyorum hep. Ondan sonra yol boyu gerilim yaşıyorum günlük. Her durakta bakıyorum güzel karı kız biniyo mu diye. Lan biniyo, hep başka yerlere oturuyolar. Yanıma bi adam ve ya teyze oturacak diye çok tırsıyorum. Tırsıyorum Muhittin. Böyle bi gerilim işte. O’nun dışında. Bugün okulda Sibel ile konuşuyorduk sonra yanımıza Murat Gel.....

Şimdi burda ki Tırsıyorum Muhittin’in yaşadığı gerilimi yaşamayan bir tane ergen, bir tane dersaneye giderken “lanlanlan of ne güzel” demiyen erkek var mıdır söyleyin bana !?
YOKTUR!
Biz bunun bilincindeyiz. Ankara’nın birçok otobüs durağında gözlem yaptık. Hep heyecanlarını gizleyen, mavi jojoba tanesi ağırlığında nefesler alıp veren, ‘mal mal ayakkabılarına bakan’ erkekler gördük buralarda. Ha bazı izmaritleri toplayan erkekler vardı elbet ama onlar yolcu değil, yolcu olsa onlarda bu gerilimi yaşayacaklardır. İnsanın gözünün “Şepeşülle” adını verdiğimiz titreşiminden anlaşılabiliyor bu.

Otobüs Durağı Kızları’ ise, çoğu birşeyin farkında olmayan figüranlardır. Farkında olanlar ise, farkında değillerdir yani farkındalığın gibi bir zeytin bu. Farkında Osman.
Ekibimizden bir bayan arkadaşımızı hazırlayıp, çılgın fırça darbeleriyle bir seks makinasına çevirip Eryaman’ın Bakanlık güzergahında ilerleyen otobüslerinin birinin durağına gönderdik. Otobüs durağı kızımız, sadece durarak. Ergenlere olması gereken etkiyi yarattı. Yani burdan anlayacağımız Otobüs Durağı Kızları sabit, steril ve Damacana misali bir figüranlık farkındası İskenderin yağsız yenmesi gibi bişey olsa gerek ki sabit durmaktadırlar. Anladınız değil mi ?
Herneyse, ergenlerin kendi yaratıcılıkları, her ODK(Otobüs Durağı Kızı) tavlama taktikleri, tarzları, moleküler sıpapasyon sevinci misali stilleri vardır. Ekibimize dahil ODK’ üzerinde uygulanan taktiklerini anlaşmalı şöferlerimizle oturduğumuz kahverengi banklardan gözlemledik. Gördüklerimize inanmamız zor oldu, zor inandık yani. Zor Fahri, zor. ODK’ avcılarının kendi STAYLA’ hareketleri gözlemlerimize göre şöyle gelişti;

* Sigarayı çektikden sonra dumanı alırken “fıtsszııııpppp” efekti ile içeri çekme.
(Bu hareket ODK’leri etkilemez, yani neden etkilesin ki ? Aksine otobüsde avcının yanına oturma şansını azaltır, malum sigara pek hoş kokmaz. Evet, Marlboro bile kötü kokar)

* Durağın plastik mi yoksa hakiki cam mı olduğunu anlamadığımız şeffaf malzemelerine sırtını yaslayıp, ‘mal mal’ ayakkabılara bakma hareketi. Bu arada “Cam, sağlıktır.”
(Bu Hareket ODK’leri etkilemez, aksine kişi üzerisinde nasıl yazıldığını bilmediğimiz o “Otistik mi lan bu ?” şüphelerini uyandırır. ODK’ler akıl hastalarından pek hoşlanmazlar.)

* Otobüs gelirken otobüsün o çılgın teknoloji harikası ekranında güzergah numarasını öğrenmeye çalışırken, Sanki intikam peşinde bir Brus Vils görmüş edasında, hafif, kısık ve kartal bakışları fırlatmak. Otobüsün kapısı açıldığında basamakları ağır ağır tırmanmak, optik sistemine hala anlam veremediğimiz bir Melih Gökçek harikası olan kart okuyucuya da aynı keskin bakışları fırlatırken buruşmuş ego kartını ağır bir hareketle sokup çıkarmak ve, otobüs içerisinde belirlediği koltuğa ilerlerken de çamura basmışcasına her adımını 1.8 saniye gibi bir yavaşlıkta atmak.
(Bu hantallık ODK’leri etkilemez aksina kişi üzerinde “Öfff yaa(yhaa)” etkisi uyandırır. ODK’ler (potansiyel türkçe katilleridir,o da kısaca PTK’dir. Ne güzel değil mi ?)

* ODK’lerin dikkatini çekmek için avcının en sık kullandığı klişeleri yinelemek. Örneğin; “Pardon şu camı biraz kapatabilir misiniz ?(“aptal gibi sırıtarak” Hayır yani kendin kapatsana lanet adam! Herneyse.)
Avcı ergen ve silah arkadaşı Muharrem’in dikkat çekme amaçlı yolculuk boyunca boş boş konuşmaları. Örneğin; “Ya Muho işte biz de o gün” diye başlayan cümleler kurmak. Sesi Teoman’ a benzetmeye çalışıp cool olma çabasının acısı. Ve benzeri klişe cümleleri yinelemek.
* Bu başlarda, klişe olmadan önce bile işe yaramayacağını tahmin ettiğimiz kelimeler silsilesi artık ODK’lerin ezberinde yer etmiştir. Avcı, yine karavana.

Ekibimizde yer alan gönüllü ODK’ye teşekkür eder ve avcıların taktiklerinin işe yarama olasılığını sorduğumuzda aldığımız cevap. “Yaaa, bırakın bunları olm ya. Az yaratıcı olun.” Mesajı oldu. Lâkin gözlemlerimize dayanarak ODK’mizin de yanıldığını varsayıyoruz. Çünkü bir ODK’yi avlamak için, bu taktiklerin hiçbiri başarılı olmamakta. Gereken tekşey fiziki absolutes çalafinli karizmaya sahip olmak. Halk arasında “Yakışıklı” olmaktır.

İlginize ekibim adına teşekkür eder, yeni, yeniden, bir yeni Reha Muhtar tadında araştırmalarla tekrar birlikte olmaz üzere huzurlarınızdan ayakkabılarıma mal mal bakarak ayrılırım. Hoşçakalın “Mavi Jojoba Taneleri.”

Ben Afro Ceyda bi sigara versenize

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , , , , | Posted on Pazar, Ağustos 01, 2010

0

Yo! Duüd ben Afro Ceyda. Gettolarda efsane olmuş bir hatunum. Batı - Doğu yakası kardeşliğinin en büyük temsilcisiyim. O yüzden hem memelerim hem sakalım var. Hermafrodit tıpta ki adı. Evet bir çüküm de var. Yine de tüm kadınlardan daha kadın hissediyorum. Sakalı kendim yaptım, yakışıyor. Ja Rule samimi arkadaşımdır. Dr.Dre'nin amına koyim. 2pac iyidir. Neyse,

New York'un her yerinde ismimi bilirler. Tüm Dövme stüdyolarında üzerimden indirim yapabilirsiniz. Eğer yapmazlarsa onları işlevselliğini yitirmiş minik çükümle oral seks yaptırırım! Bizim mahallenin bakkalı türkmüş. İsmimi o koymuş. Ceyda. Şehrin otelinde dans etmeye başladım 18 yaşındayken. Dans hocamın adı da Ceyda' idi. Eskiden matematikçiymiş. Sonra dedi ki "Senin adın da Ceyda, benim adım da Ceyda. Senin adın bundan sonra Afro Ceyda olsun." dedi. Şimdi 36 yaşındayım. O günden beri Afro Ceyda olarak biliniyorum. Her türlü ot, cigara, uyuşturucu, kavga, karı kız muhabbetinizde bana gelin. Ben şu ışıkların orda bi'yerde oturuyorum. Yardımcı olurum. Ayrıca Lady Gaga'nın allah belasını versin. Yok onun bamyası falan. Fikir çalıyo kaltak. Neyse. Hem ben aşk oyununu daha çok seviyorum.

Işıkların orda ev arkadaşım Rasta Osman ile takılıyorum. İyi adamdır. O'ndan daha sonra ki sayılarda bahsedeceğim. Kendimden de çok bahsedeceğim.

DıdımDIDIM!

-Osman naber lan götüm
-Ohoo Afroo meeyn. İyidir.

Fanzin'de görüşücez anam.

(Ceyda'yı Gökçe Uzgören çizziklemiştir.)

Pembe Apple ve Modern Zaman Yazarlığı

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , , , , | Posted on Pazar, Ağustos 01, 2010

0

Günümüz yazarlığı artık bambaşka yerlerde. Bu baya bi zamandır böyle aslında. Bizler değil, profesyonel yazarlar içinde işler değişti. Bazısı hala kalemi kağıda sürtse bile, düzenlemesini bilgisayarında yapıyor. Bazı entelektüel kesimler ya da sözlük yazarları bu durumu yadırgayabilirler. "Ama, lâkin ki, öyle değildir. İsteyen istediği şekil yazar."

Ben de her zaman eskileri sevmişimdir. Onlar daha gerçek. Fotoğrafçının makinesinden çıkan sesi sevmesi gibi. Kimi bundan ötürü dijital makinelere sıcak bakmaz. Kimi de stüdyo sahibidir. Dijital, filmleri öldürünce fotoğraf stüdyolarının işleri de düşmüştür. Burda önemli olan kaybedilen kazançlar.

Konumuz kendi çapımızda zaman ayrımı yapmak yazı yazmak hakkında. Fotoğraf makinesinden, daktiloya dönelim. Elbette daha otantik. Yazarın o tıktıktık tuş seslerini sevdiğine kimsenin şüphesi yok. Bu' günlerde belki bir kaç tane daktilo kullanan yazar vardır. Geri kalanları şov yapmak, entelektüel görünme çabasındadır. Satış politikasıyla alakalıdır. Ben hayatımda hiç daktilo kullanmadım. Kullanmayı çok isterim, merak ediyorum. Yine de zamana ayak uydurmaz isek kendisi götümüze kaçabilir. Eminim ki daktilonun havası bir başka, hatta belki kokusu bile vardır ama ben o kağıtları sürekli hizalamakla uğraşacağıma inanmıyorum. Tamam ben bir yazar değilim ama yazarlar okurları için yazıyor. Ben de bir okur olarak onlara değerli yorumlar yapıyorum. Bir yazar istediği parayı kazanmaya başlamadıysa hala yorumlara değer veriyordur demektir. Günümüzde hala 17. yüzyıl filozofları gibi 'uydurma'lar yapan yazarlar var. Daktiloyu da hala kullanan yazarlar var. Bana inandırıcı gelmiyor, Kişisel gelişim zırvalıklarından bi farkı yokmuş gibi geliyor daktiloda yazdığını belli etmeye çalışan yazarların. Bazılarımız var elbet, doğrular içinde yalana inan. Biz de kendi bakış açımızla aynı boku yiyoruz, Elimizde beyaz kupada ki kahvemiz ve renkli dizüstü bilgisayarımızı alıp, şehrin göbeğinde trafik gürültüsünü dinlerken, o dar balkonda ayaklarımızı uzatıp yazmayı seviyoruz.

-Ekin, pembe Apple'lan. İlham kaynağı resmen tipe bak.
-Yerim lan ben bunu.

Aa Songüz n'aber ya !?

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Pazar, Ağustos 01, 2010

0

Kahverengi. Kırmızının üstüne belki biraz sarı, bazen tam tersi. 4'lünün en güzeli, mevsim sonbahar. Rüzgar! Balkonun parmaklıklarının aralarından, üstünden değil. Üstten aut yok. Kaleci kısaysa eğer, çok işimize gelirdi. İyi oynamayan kaleciydi, o kısa, kalesi ufak kaleciydi. Benzemek için baklava desenli kazak giyen bir hevesliydi o. Taş zeminin heryerine düşmüştü heralde yapraklar. Hepsi köşede şimdi, turuncu tulumlu belediye şeytanı mızrağıyla bir köşeye itmiş hepsini. Rüzgardan uçuşup ses çıkarıyorlar bazen. Onlarca kişi çekirdek çitiyor sanki, bizim 21 aylık oyunumuzu izliyorlar. Biri vardı abi derdik, pek fazla görmezdik zaten. Sonra kayboldu. O iyi saydırırdı ama derdimiz o ve becerisi değil, kız kardeşiydi. Onu görmek için çağırırdık abi'yi. Adı neydi acaba, topa abanan hayvandan çok o yakardı canımı. Aklıma geldi hüzünlendim yine demeyeceğim. Sikimde bile değil. Merak ettim sadece.


Çünkü bu hayvan gibi kavuran sikik Ankara'nın sikik sıcağından ölesiye bunaldım! Düşünebildiğim en yakın ve tek şey o. Hayır be, karı değil. Mevsim. Sonbahar.

Kahvenin müziği

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Cumartesi, Temmuz 31, 2010

0

Biraz ağır, güzel bir sıcak. Bodrum. Torba evleri belki. İlgimi çeken o değil, Bodrum. Mutluluk saşkınlıkla sevişiyor gelişimizin 2. gecesi. Sebebi gelişimizin ilk saatlerinde otelin havuzuna cep telefonumla beraber atlamam. Henüz odaya yerleşmeden. İki kişi vardı oradayken aramak isteyebileceğim, aramsını bekleyeceğim. Çok da sorun olmadı, güldüm. Telefonu kurutmaya çalışan siyah adam. O an itibariyle, yarının gecesinde çıktım tatil köyünden. Öyle alabildiğine bi cadde, tenha. Trafik lambası aralıklarıyla barlar dolu, hepsinde bi canlı müzik. Bir kadın, gitar. Gitar erkek. Cadde boş, barlar dolu belki. Bir kaç kişi küçük koy koy sahillerde. Seçemiyorum zaten karanlık, kız mı erkek mi ? O zaman tanımıyordum şarkıyı, The Weepies'miş. Ankara'ya döndükten çok sonra öğrendim. Bi sik anlattığı da yok şarkıda. Bana sadece hayali bi kahve verdi sahilde otururken, hepsi bu.

Oduncu gömleği ve Starsailor

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , , | Posted on Cumartesi, Temmuz 31, 2010

0

Aynı merdiven yine, az basamaklı. Yeri de sayarsak dört basamaklı beyaz müstakil binanın merdiveni. Bi'şeyler anlatmaktan çalmaya fırsat bulamayan bir sokak müzisyeni ve üç adam var o basamaklarda. Adamın elinde saksafon var. Şu zencilerin elindekiler kadar büyük de değil, ufak. Sesi aynı ses geçip giden için. Rahatsız değiliz.
Geçmişten bahsediyor adam, dinliyoruz. Çalacak gibi yapıyor, heyecanlanıyoruz. Konuşuyor, dinliyoruz.


Saat sabah 03.15 artık çalma şansımız daha da az, malum insan çekiniyor ses yapmaya. Arada ufak ufak üflüyor adam biz de tek gözle bakıyoruz can kulağıyla dinlerken. 2. basamak senin olmuştu, yastığın. Sonra her birimizin kendi yastığı olmuştu basamak denilen. Rahattık, merdivenlere baş koyup uyumamızı sağlayan "Burası İzmir koçum, burda hiç bi'şey olmaz." cümlesi ve vurgusuydu mavi gömlekli polisin..


Altı gündür buradayız, sigara içmeyenler sigaraya para vermem tribindeler. İçenler agresif para tükenmekte. Şu saate kadar sorun olmamıştı bu, sefilce yatıyorduk zaten sokakta. Şimdi salam alacağımıza bi paket sigara almamız lazım. Saksafoncu gitmiş. Geceden anımsıyorum biri bir çantaya bir şey yerleştiriyordu parça parça. Boynumuz ağrıyor. Sorun değil sol tarafa çevirmesek de olur, sağımız kordon boyu çünkü. Alsancak'ta uyuduk çünkü. Keyfimiz yerinde, karnımız aç ve tuvalete gitmezsek altımıza hiçlik sıçıcaz.


Sıçacağımız bokun açlık kadar bile kokamayacağını bilmemize rağmen tuvalet beğenemiyoruz. Kafamıza güneş dışında etki eden olmadı lâkin götümüz güzel. İstemiyoruz umumi tuvaletleri. Son parayla çorbacı, sonra sırayla helasına ziyaret. Hızlıydık, hiç fena değildik. İzmir'i seviyorum. Mp3 çalarımın şarjı olduğu her dakika güzeldi. O kavurucu sıcak gece öyle serin bi rüzgardı ki ondandır gri siyah gömlek üstümde ki. Dönüş yolunu güzel kılansa James Walsh'un ilginç sesiydi. Tie up my hands. ♥

Bahsi geçmişken lise;

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Cuma, Temmuz 30, 2010

0

Ya mnakoyiim. Şimdi bak liseden şutlanmışımi açık liseye kayıt olmaya gidiyorum. Sene bundan 4-5 sene önce. Neyse, zaten hiç lise 2 görmemiş olmanın hazzı ile, sivil kıyafetimle okulun bahçesine adımımı atıyorum. Amacım tasdikname mi ne boksa o siki alıp, yarak kürek yerlere imzalatıp açık liseye kayıt olmak.

Neyse girdim okula, küpem falan da var kendimi çok havalı zannediyorum falan böyle. , 9-A' da ki zeki öğrencinin abisiymiş tavırlarıyla vuruyorum adımlarımı basamaklara çat çot, ağzımda hayali bi sigara var en kenevirinden onu da yangın sensörlerine paaaff pöööfff yapıyorum. Botlarımın tabanı yanıyor, Messi'yim resmen. Bir de bel çantam var, havalıyım ya bel çantasıyla geziyorum. Altımda kumaş pantolon yok bildiğin en taşşaklı indigo mavisinden kot pantolon var çünkü, saçlarım birazcık daha uzun ya kendimi bi yarrak sanıyorum. Neyse tasdikname sikisini aldım, kantinde oturuyorum. Oturuyorum çünkü arkadaşlarla görüşücem bahanesine platonik olarak aşık olduğum 21 sevgilime denk gelmeyi, arkalarından bakmayı hedefliyorum plastik sandalyemde. Neyse bel çantamdan çıkardım sikko telefonumun şarj aletini. Tabii sipariş ettiğim poaçalarım da geldi. Derken arkadaşlarım geldi, oturdu masama. Hayali sigaram bitmeden, diğer hayali sigaramı yakıyorum paaff pöff yapıyorum yine. 

Sadet, mnakoyiim o kadar kalabalığın içinde sen hiç şarj aletinin ucunu telefona değil de poaçaya soktun mu cart diye. Ben soktum. O yüzden bana ilgi, şefkat gösterin ve şimdi bi sigara verin de paf pöf.

Selam dünya ben vahşi kızın

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , | Posted on Pazartesi, Temmuz 26, 2010

0

Elinde büyükçe bir torba bozuk parayla. Sikik vitrinlere ümitsiz bakıyordu Kayle. Akşamın geç saatleri, hani şu asfalttan çıkan dumanın net olduğu zaman. Mağaza açık, tek çalışan ve onun sevgilisi kasada yiyişiyor. Eleman seslendi, "Kadın reyonu arka tarafta."Onun sevgilisi de bıyık altı sırıttı sonra. Ve Kayle "Onun giydiğinden istiyorum." dedi tüm torbayı boşaltıp. Afilli ve dar deri ceket, yalpalardı o yürürken. Holivud'un H' harfinin altında otururken o ceket vardı üstünde. "Selam dünya. Ben vahşi kızın" şarkısını kaydettiğinde de o vardı. Son örneği de 75' yılında falandı heralde. Şimdi sikik babetleriyle Tunalı hilmi caddesi var. Orospu çocukları sizi..

Yoldaki beyaz çizgilerden biri;

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , , | Posted on Pazar, Temmuz 25, 2010

0

Edebiyatta bir sanattı ben ve diğer çizgilerin varlığı. Orijinalini bilemem ama benim için "Otu boku insanlaştırma, insanlaştırmaca sanatı."


Ben can sıkıntısından akıl hastası bir adamın yarattığı bi olayım. Bu adamın böyle büssürü parmağı var ama hepsi gizli. Niyeyse beni açtı, en çok beni sevdiğini biliyorum. Ve diğer çizgileri hem de her birini.


Biz Cam kenarın'a oturamadığı için uyuyamayanların takip ettiği bir duygusuz. Koridor tarafında oturmanın sıkıntılı halini, o otobüsün önde ki koca camından, bir bir tekerlerinin altından geçerek alırız. İnsanlar bizi izlemeyi sever, sevmeyen gerizekalılar ise herkes seviyor diye sevmiyordur. Onlar gerizekalı. Onlar üstümüzde takla atıp öldüğünde sikimizde olmuyor.


Şöyle, paylaşıcam burda yol şarkılarını ben. Siz paylaşmayın, hatta dinlemeyin isterseniz ben dinlediğinizi düşlerim. Tıpkı senin o sikko okul yolunda servisin en arka koltugundan beni izlerken birşeyler düşlediğin gibi. Trip efektiyim ben. Jim Morrison' ın algısının kapılarından birtanesiyim. En iyilerinden
.

Tek kişilik değil

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Cumartesi, Temmuz 24, 2010

0

Keman çok daha sertti elektrik gitardan bu gece, bu barda. Her zamankinden aydınlıktı bar herkes hiçin, yo hayır. Bir kişi dışında, herkes için. O, kemanın sesiyle kapatmıştı gözlerini. Karanlıktı. Küçük sahneye altı kişi sığmıştı. Bağıra çağıra, gümbür gümbür isyan kokan bir parça çalıyolardı o gece, alakasız, insanların birbiriyle tanışmak için ve ya bazen bir doğum günü kutlaması düzenleyen küçük barda. O vokali dinlemeyi bırakmıştı, notalar konuşuyordu. Keman konuşuyordu. O açtı gözlerini. Sonra sordu keman; "Oropa?" Yanıtladı o; "Anlamadım?"

_ Neyi anlamadığın hakkında bi fikrin var mı ?
_ Söylediğini anlamadım.
_ Anlamaya çalış.
_'Oropa' nedir ?
_ Sevda.
_ Hangi lisanda sevda?
_ Lazca.
_ Neden ?
_ Çünkü Kaçkar orda, Marsis zirvesi orda.
_ N'olmuş öyleyse ?

Cevap gelmedi, anlaşılmaz notalar fısıldıyordu bu sefer keman. O sorusunu cevap almayı bekleyerek, boş kulaklarla dinliyordu sesleri. Tekrar sordu keman; "Oropa?" 'Evet' dedi o, 'Sevdalıyım.'

_ Büyük mü ?
_ Sence ? Bir barda yalnız başıma oturmuş bir kemanla konuşuyorum ? Sence büyük mü ?
_ Değil.
_ Yanılıyorsun, çok büyük.
_ Öyleyse yanında olmalıydın.
_ Karşılıksız benimkisi.
_ Bir kalp iki kişiye yeter de artar.
_ Yeterli değil, sen yayın olmadan konuşabilirmisin. Hayır.

Sustu keman. Kemancı şaşkın, anlam verememişti. Kemanın telleri kopmuştu. Hepsi birden. O' da son kadehini içti.

Bu gece, bu cadde

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Cumartesi, Temmuz 24, 2010

0

Sokak müzisyenini göremedim henüz ama duyuyorum. Bu cadde de bir yerlerde. Ay çoktan aldı yerini, güneşi önemsemiyorum şimdi. Bir kaç arkadaşımla karşılaştım, artık önemsemiyoruz güneşi. Bu gece turistik bir kentin popüler caddesi bu cadde. Bu gece için, adım atacak yeri zor buluyoruz. Önemsemiyoruz. Hızlı notalar fırlıyor göremediğimiz gitaristin ellerinden. Ben böyle bir gamı daha önce duymuştum, neyse diyorum. Önemsemiyorum. Gördüm onu sanırım. Hayır, onları. İki kişilermiş. Kadın çalıyor gitarı. Adamı gördünüz mü ? Şu kır ve uzun saçlı olan. Tek ayağı sakat belli, hani dans ediyor. Şu sendelemeleri figür gibi duran adam, sesi nasıl da güzel. Hangi lisan bu ? Önemsemiyoruz, bizi de dans ettiriyor."Madem sakat değilsiniz, dans edin" diyor sözleri. Kadın gülümsüyor gözleri kapalı. O da kör mü yoksa diye zevzekçe bir kuruntu yapıyoruz, gülümsüyoruz ve önemsemiyoruz. Yürümüyoruz şimdi, bi sağa bi sola kayıyoruz. Biz değil, tüm cadde. Biliyorum bu Van Morrison' ın Wild Night şarkısı. Nasılda oturdu ama geceye. Oturmasaydı bile bu gece, bu cadde bir barış festivali. Evet, tam müze binasının önünde dans ediyor o ikili şimdi gördüm. Neydi bu yetmişlerden mi, seksenlerden mi öyle bir şey bu dans. Boogie Woogie. Bilmediğimiz şarkının namelerini eşlik ediyoruz şimdi. "Uuuuuuu Vahşi gece seni çağrıyor" Tüylerimiz diken diken, bu gece, bu caddeden mi yoksa çirkin sesimizden mi bilmiyoruz. Durma diyor arkamda ki küçük kız. 6 yaşında olsa gerek. Çocuk saflığıyla dans ediyor. "Aaaaaaa Vahşi gece çağrıyor" diye. Anlam veremiyorum. "Kaç yaşındasın sen ?" diyorum. "Senin kadar gencim." diyor bir ses. Küçük kız değil, orta yaşlı bir hali olan babası kravatını gevşetirken. "Seni tanıyor muyum ?" diyorum. Gitarist kadın "Önemi yok!" edasında bir nara atıyor. Tek başıma herkesle konuşuyorum bu gece, bu cadde de. Hayır daha içmedim, ayığım diye düşünüyorum. Önemi yok diye bağrıyor tüm kalabalık. Küçük kızı ve babasını gözden kaybediyorum. Arkamı döndüğümde kalabalık çoğalmış. Rüyalarımda bile göremediğim rüyalarımın kadını sakat adama eşlik ediyor. "Ceketini kap, boya ayakkabılarını vahşi gece çağrıyor" Tüm dünya sadece bu cadde bu gece. Yazmalıyım bunları, tükenmesin kötü bir yemek gibi diye düşünüyorum. Şarkı da "Herşey tamam ve şimdi dışarıda yürüyorsun" diyor. Bu mu diyorum. En güzel gece bumudur diyorum, bunu tam anlamıyla mı sonlandırmalıyım diye düşünüyorum. Bugün mü ölmeliyim diye. Bu hafif karamsar iyi niyetli düşünceyi aklımdan çıkarmam sadece bir kaç saniyemi alıyor. Terlediğimi hissediyorum. Farkediyorumki hala dans ediyorum. Arkadaşlarım soruyor "Aynı şarkıyı kaç kere daha dinleyeceksin?" diye. "Onlar çalmayı bırakana kadar dinleyeceğim, hatta dans edeceğim." diyorum nefes nefese. "Onlar dediğin senin müzik setin." diyor bir tanesi. Gözlerimi açıyorum. Evdeyim, Van Morrison 33'lüğü dönüp duruyor. Hayal kırıklığıyla bir kez daha uyanıyorum. Belim ağrıyor, bir masada uyuyakaldığımı farkediyorum. Hey! Bu demin anlattığım cadde, kenarda ki kafede uyuyakalmışım. Müzisyenler hala orda, insanlar dans ediyor. Bir önceki sadece kabusmuş. Şimdi ise gerçek mi rüya mı bilmediğim bir cennetin içinde bir kes daha bağrıyorum bu sefer orijinal dilinde "Oooh - Weee! The Wild night is calling!" 

Sahipsiz hayallerin hepsi benim

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , | Posted on Cumartesi, Temmuz 24, 2010

1

Işık kırılır, doğru noktada. Kalp kırılır hep, tüm zamanlarda. Paramparça, inadına her seferinde daha küçük parçalara, kırılır. Nefes almayı yaşamak için sanırsın oysa, düşlemektir kalbi çalıştıran. Kurmaktır, hayal. Tanrı denilen varlığın dünyasında yaşamak ne sıkıcı, nefes al nefes ver. Nefes al nefes ver. Oysa kurduğunda kendi dünyanı, ona bir isim vermesende. Kurduğunda onu yatarken başın yastığında. Kurduğunda onu yorganı anne karnında ki bir çocuk gibi tekmelerken. İşte onu kurduğunda; İstediğini dile, hepsini bulabilirsin. Sahipsiz hayallerin hepsine ulaşabilirsin. Çünkü tanrının dünyasında;

Ağır ağır uyanıp aptal saati gördüğünde hızlıca fırladığın o yatak,
gece izlediğin o filmde ki adam gibi sabah kalktığında yumuşak bir kahve içmeyi aklından geçirirken,
gözün camdan dışarıya takılır,eskimiş otobüs durağına koşan insancıkları gördüğünde anlarsın vakit yok.
eve gelir gelmez çıkardığın o pantolonu tekrar giyersin. Boy aynasına takılır gözün, kendini alamazsın.
mecbur muyum her sabah aynaya bakmaya diye düşünürsün temiz tişört ararken, bir gözün aynada.
Nası hazırlandığını bilmeden bindiğin o asansörde, karşına çıkar o asılmış suratlar. Kadının yüzü çatlamış.
Makyajla kapatamamış, bunu düşünürsün asansörün kapısını centilmence ona açarken. Otobüs her zamankinden erken geldi diye şaşırırsın. İyice yaklaştığında farkedersin bu senin otobüsünün numarası değil. Diğerleri biner. Durakta yalnız kalırsın, bir kaç dakika sonra yeni asık suratlar gelir. Esnediğini gizlemeye çalışan memurlar vardır. Durakta oturanlara "Kalkta ben oturayım biraz" bakışları atan teyzeler vardır. İşe gidersin. Anlatmassın kimseye işte ne olduğunu. Çünkü hevesle girdiğin işin sıkıcı bir mecburiyettir artık. Öğlenleri voleybol oynamaz iş arkadaşların artık avluda. Mühendislik bölümünde ki Murat Bey jip almıştır. İyi dileklerle hayırlı olsuna giderken diğer arkadaşlarını görürsün. Murat Bey'i ve yeni arabasını çekiştirirler. Dalga geçerler. Bıkarsın. Bıktım be! dersin her akşam eve aynı otobüsle dönerken. Sonra mı, uyuyana kadar. Nefes al, nefes ver. Nefes al, nefes ver. Yat, uyu yarın tekrar böyle şeyler olduğunu bilerek. Fikrini sorarsan gözlerinin der ki; göremiyorum. Kulaklarına sorarsan der ki duyamıyorum. O yüzden geri vokalleri çok güzel kızların sesinden oluşan klasik bir parça aç ve dinle yatarken ve uyumadan önce sadece düşle. 
Dile ne istersen hepsini bulabilirsin, sahipsiz hayallerin hepsine ulaşabilirsin.

Çok kadife ceketli genç ve deri montlu çocuk

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Cumartesi, Temmuz 24, 2010

0

Yağmur yağdı yağacak bulutları' süzülüyordu gökyüzünde. Siyah ceketli genç tam da kırmızı spor arabasına doğru ilerlerken, deri montlu çocuk ile omuz omuza çarpıştı. Çok kadife ceketli genç, iriydi kendinden daha genç olan çocuktan. ve sormaya başladı;

-Korkuyor musun senden daha büyük olan herşeyden ?

- Param olmadığı için kıçıkırık bir bar konserine gidememekten korkarım ben.

- Parasızlıktan korkuyorsun yani.

- Hayır, para çalabilir, çırpabilirim.

- Serserisin yani.

- Sensin serseri, altında babanın arabası !

- Hiç değilse çalmıyorum. Serseri sensin, hırsız.

- Hayır sefilim, bu yüzden çalıyorum. Serseri olsaydım çoktan gırtlağını kesmiş olurdum.

- O zaman ben de serseri değilim.

- Evet kendi gırtlağını kesmiş olurdun.

- Niye senin kini kesmiyeyim ?

- Salaksın.