Cinsiyet 'belirtilmemiş'

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , | Posted on Salı, Ağustos 31, 2010

0

Oğlum, babama. Sen kadınına ağla. Utanma, gözyaşının cinsiyeti belirtilmemiştir.

Denim & Leather

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Salı, Ağustos 31, 2010

0

Herkesin sessiz çığlıklar attığı zamanlarda. Eski kafalı babaların ve otoritelelerin vahşileştirdiği kot ceketli çocukların zamanında. Birilerine, bi'şeyler söylemeye çekinen adamların zamanında sahneye çıkıp, 'we're are the youth gone wild' dediğinde. Hemen hemen her çocuğun bu 'Bon Jovi' dediği zamanda. Whitesnake konserine 'akşam 11'de evde olma sözü' ile giden çocukların zamanında. Kot ve derinin seviştiği zamanda, 70'li yılların sonunda yaşamak için feda edebileceğimiz bi'şey yok. Belki sadece odamıza doldurabiliriz şimdi;

Tık

Karanlığa Terk Ediyoruz Maviyi

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , | Posted on Pazar, Ağustos 29, 2010

0

Saçlar boynumuza kadar uzamış, rastalanmış. Dövmeler bile renkli bileklerimizden, parmaklarımıza kadar. Gökkuşağını kıskandıracak bir hırka var her birimizde. Gizleniyoruz şimdi. Daha büyük bir karanlığa Dünya'yı terk ediyoruz. Çünkü, bilmiyoruz.

Ve Her Zaman Komik Olmak Zorunda Değilsin

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , | Posted on Pazartesi, Ağustos 23, 2010

0

Ve eğer istersek cümleye de 've' ile başlarız. Çünkü biz burda gerçekler içinde ki yalanlara inanıyoruz. Doğruların doğru olduğuna genelde şüphe duymuyoruz ve ıslak uzun saçın dalgalı bir saçtan her zaman daha güzel olduğunu da biliyoruz. Belki şarkılarda ki gibi binlerce metre yürümüyoruz evet, duvarlarada yazmıyoruz. Sikik a4 kağıtlara basıyoruz bazen evimizde ki HP Deskjet D1360' ile. Ve cümleye yine 've' ile başlarken sonu gelen uzunlu kısalı yazılarımızda gerçekten bi sik anlattığımız da yok. Zamanı herkes öldürüyor, defalarca. Ve biz bi kere yapmak istiyoruz. Ve bu yüzden onu döverek, tekme tokat öldürüyoruz. Kafasında manasını aramadığımız kelimeler patlatıyoruz, parçalara ayrılıyor. Parçaları birleştirmeniz içinde size fırsat veriyoruz. Ve sikinize takmıyorsunuz. Ve sikimizde değil. Seninle ben birbirimizi umursamıyoruz. Ben seni seviyorum, umrumda değilsin. Ve bazen sadece saçmalamak için kişisel gelişim kitaplarını yırtıyoruz. Ve gelişememiş, herşeyin de farkında olduğunu sanan ibneler olduğumuz için bi' çok yazarla taşşak geçiyoruz. İmla hatası yaparken köşe yazarlarına bok atıyoruz. Amatör falan da değiliz. Anlatma, yaz. Yaz yaz. Müzik yapamadığımız için yazıyoruz. Söylemekten korkmasakda korkuyormuş gibi yazıyoruz bazen. Bazen yazmaya da korkuyoruz. Ve herkes için yazmıyoruz diye kendimizi avutup, korka korka karalıyoruz dijital defteri. First anal date' videosunu izlerken sesi kapatıp, arkasına david bowie açıyoruz. Man who sold the world diye mırıldanıyoruz. O dünyanın en basit ve en muhteşem melodisini ağzımızla çalıyoruz. Dırı dı rıı, dırırırı. Ve bi yandan da uzun araç tünele girip, en başa dönmeye devam ediyor. Uzun ve siyah kamyon. Sızdırmaya başlayana kadar. Bunu neden yaptığımızı düşünmüyoruz. Belki dünyanın en progresif sesi Bowie'yi arkadan sikilmekte olan kadın da duyuyordur. Belki ondan bağırıyordur, belki o da bizim gibi bişeylere hayrandır. Ve belki onun için de yazıyoruz. Yaşadığımız apartmana bok atarken, yöneticiye ve ya komşulara ithaf etmiyoruz. Yan mahalleye ithaf ediyoruz. Her filmden sonra etkilenenler için etkileniyoruz. Dijital dudaklarımızı alıp balkonda konuşuyoruz, yangın merdiveninde yazıyoruz. Yine de yangın merdiveninin duvarına yazamıyoruz. O görkemli ağaçlara bi'şeyler kazımıyoruz. Çok çevreci olduğumuzdan da değil nedendir bilmiyoruz, sorgulamıyoruz. Ve saçmalıyoruz, komik olamıyoruz, zorunda değiliz. Umrunda değiliz, umrumuzda değil. Ve yaşadığımız hayata lanet etmiyoruz. Yine de dünyanın bizim için ne kadar boktan olduğunu biliyoruz. Diğerleri için de biraz kokuyu alsınlar diye bok atıyoruz. Tabi böyle denebilirse. Hissettirmek için hüzün yazıyoruz bazen, huzur buluyoruz. Ve hala kimse bi sik hissetmemiş oluyor biz hariç. Ve Chuck'ın dediği gibi "Bizler bu dünyanın şarkı söyleyen ve dans eden pislikleriyiz." O yüzden bir çok şeye sahip değiliz, kimsenin bize sahip olmamasını umuyoruz. Tamam bazen fazla çirkiniz, genellikle yakışıklı olmuyoruz. Ve istemesekde kaybedecek şeyler bulmamızla kaybetmemiz bir oluyor. Belki de kaybedecek hiç bir şeyi olmayanlara inat, bulur bulmaz kaybediyoruz. Ve hala Bowie dinliyoruz, karakter sınırı olmadığı için özgür olduğumuzu sanıyoruz. Ve Chuck diyor ki "Kaybedilecek hiç bir şeyin yoksa ancak o zaman özgürsündür." Ve kaybedilecek bişeyler bulmaktan vazgeçemiyoruz, onları kaybetmeye de doymuyoruz. Zamanı ayarlayamıyoruz, çünkü onu hala dövmekteyiz. Bu satıra kadar geldiysen ona güzel bir yumruk patlatmışsındır demektir. Elinin acısını, bi' yere geç kalınca hissedeceksin. Ve bu sikinde olmadığı zaman beraber yaşamayı deniyeceğiz. İçimizde içki içemeyenler olacak benim gibi, o zaman da kenevirleri ayıklayacağız benim için, hep beraber sömüreceğiz dumanı. Ve yapacağımız tek şey sadece gülümsemek olucak. O'an salgıladığımız adrenalini zaman'ın götünden söküp alacağız. Tekrar salgılayana kadar bayılan zamanda, bizler birbirine gülümseyen, sarılan, arkadaşlar olacağız. Yarın birbirimizi tanımasakta, sevişmiş olacağız. Kazınmış bişeyler olacak beyin dediğimiz duvarlarımızda, oraların üstüne bir Pulp Fiction posteri yapıştıracağız. Akdenize gidersek bir gün, nemden poster yavşadığında yırtabilirsen, ve sahilde karşılaştığımızda aramızda duvar olmayacak. Bir gece daha sarılacak, çiçeği koklayıp yükseleceğiz. tencere yanımızda olmadığı için pet şişeye asılacağız. Oradan çekeceğiz dumanı. Sonra güleceğiz, sarılacağız, sevişirken yapılan saçma bir espriye saatlerce kahkaha atacağız. Ve bu sefer deniz bizi izliyor olacak. Her seferinde bizimle daha iyi anlaşacaksınız. Daha çok sahil şeritlerinde gezmeye başlayacaksınız. Gri hücrelerin her kaybı, aşkımızı ateşliyecek. Ve ölene kadar kaç kere aynı duvara yaslanabilirsek, belki bir, belki üç. İşte o kadar sevişeceğiz bazen. Ve biz aranızdayız. Ve biz bizimleyiz, otobüslere sığmayacak kadar kalabalığız. Çünkü bizler sizleriz. Çünkü biz mutlu algılarız. Ordayız, buradayız. Kapıların ardındayız. Ve ölene kadar kaç kere kapıları açabilirsek, belki bir, belki üç..İşte o kadar sevişeceğiz. Bi'yerden sonra karnımızın ağrısının geçmesi için dua etmeyi bırakıp, kapıyı sonuna kadar açmak için tekmeleyeceğiz. Bir' omuz atacağız belki. Ve sekeceğiz. Elni tutmak için uzanan milyonlarca parmak göreceksin. O zaman yine sevişeceğiz. Ama şimdi winamp arıza çıkardı. Ve ben yazmayı bırakıyorum. Çünkü şimdi duvarımızda ki yarığa bir David Bowie posteri yapıştırmamız lazım. Nemlendiğimizde, sevişmek üzere..!

Ayıpçılar

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Pazartesi, Ağustos 23, 2010

0

Bu özet kullanılabilir değil. Yayını görüntülemek için lütfen burayı tıklayın.

İlerlemenize rağmen 50 metre ilerde ki hiç yaklaşmayan ağaç

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Cuma, Ağustos 20, 2010

0

Gecenin finalini bekleyen kadının kısa saçlı sevgilisi ve onun arabası. Onların izlediği geri dönüş yolunun manzarasıyız. İyi geceler öpücüğünün aldığı hazzın devamlılığını kılıyoruz. Sıkıcı değil ama aynıyız belki. Birbirimizi seviyoruz. Sevemediklerimiz ise;

Coğrafi aşklar yaşayanlar. Seks değil, "tutkulu telefon görüşmesi" çaresizleri. Nasıl bir zorda kalmışlık, nasıl bir saplantı ise kopamamak birbirinden, onca kilometreye rağmen bıkmadan saçmalamak alkoliklikten daha itici bir alışkanlık. Birbirlerini bir öncekinden koparan, bir kaç anları olan ama asla şimdi ve ya yakını olmayan saçmalıklar saplantısına sahip heteroseksüeller, seviciler, oğlancılar. Sevemiyoruz sizi. Heryerde olmamıza rağmen, yollar yakışmıyor size. Yakıştıramıyoruz, üstümüzden çekilin. Bizim fırsatımız yok. 'Buralar gidemez, siz gidin.'

Ölüm Meleği Bu Senin İçin

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Salı, Ağustos 17, 2010

0

Komik adamlardı. Tam kelime anlamıyla değil, kara mizahdı onlar. Trajikomiklerdi. Bir ve ya her ne boksa o kadar sene ve ya zaman öncesinde itfaiye meydanına kız arkadaşlarımızla gitmememizi savunup delikanlılık taslıyorlardı. 'Ben bu şehri tanırım.' bakışları vardı kaşlarının altında. Şimdi o ibnelerin bazıları, parası olanları yada kafası çalışan bu komikler 4 sene eğitim alıp, tasdikli komikler olacaklar. Altı ay boyunca askerlikde komiklikler yapacaklar, her boku bildikleri için güzel dayak yiyecekler. Bunun getireceği eziklikle döndüklerinde daha da komik olacaklar. Komiklikleri ölene ve ya öldürülene kadar devam edecek. Ya da herşeyin farkında olduğunu sanan biz salaklarında ölmesi gerekecek. Çekilecek çile değil bu komiklerin esprileri. Biz hep bir ağızdan şunu haykırıyoruz; 'Haydi, yavaş dokun ve öldür bizi !!'

Galeride ki Aziz

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , | Posted on Salı, Ağustos 17, 2010

0

İğrenç, yapış yapış bir hava. Havalandırma yok, artık yok. Bu insansız bina da balıklar dışında yaşayan yok. Buna, yaşamak denirse. Akvaryumun suyu sıcak. Biri, bir ara buz atmış. İçinde hasta balıklar var, ölmeye şişmiş balıklar. Daha sonra akıllanıp, bir fan takılmış. Üflesem, o sikik fandan daha serin bir hava veiririm. Bu boş sanat galerisinde, tablolarla gözü doymayanlar için bir zevk bu koca akvaryum. Kocaman ama içinde olması gerekenden çok daha fazla balık var. Renkli renkli, geceleyin çekilmiş bir trafik resmini anımsatıyorlar. Hani şu arabaların sadece farlarının göründüğü resimler. Kırmızı stop lambaları, sarı ve ya beyaz farlar. Balıkların konsepti de bu. İğrenç, bir çoğu hasta ve dengesiz yüzüyorlar. Hasta olduklarını anlamak için çok zeki olmak gerekmiyor. Suyun dinlendirilmiş ya da sert olduğunu anlamak için gerekiyor olabilir, umrumda değil. Entelektüel orospu çocukları balıkların bir çok çeşidini iğrenç bir şekilde yediği gibi, izleyerek de onları iğrenç bir şekilde öldürebiliyorlar. Bu, bir evin başarısız bir bakım sergileyen hizmetçisinin ilgilendiği bir akvaryum değil. Bu bir konsept, katliam. Balıkları sevmem ama entelektüel orospu çocuklarını hiç sevmem. O yüzden bugün buraya dördüncü tabloyu çalmaya geldim. Hiç siklerinde olmasa da, bu eserin yokluğundan nasıl dem vuracaklarını göstermek için. Sahte üzüntüler, sanata yapılan saygısızlık hakkında ki sikik aforizmaları. Sırf konuşacak bir şeyleri olsun diye yapıyorum bunu. Ben, azizim.

Topraktan geldin, toprağı sana yedireceğim.

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Pazartesi, Ağustos 16, 2010

0

Sıcak değildi terlememin sebebi. Yirmi dakikadır bi hızlanıp, bi yavaşlayarak koşuyordum. Havaya açıldığını ümit ettiğim ateşin sesi kulaklarımı parçalıyordu. Silahın sesinin verdiği göt korkusuyla daha süratli koşabiliyordum. Döneceğim bir köşe aradım. Köşe de, 'Köşe Bar' diye yaratıcılıktan uzak kahverengi kadife koltuklu bir mekan hayal ettim kaçarken. Oradan bir izbandut ben tam köşeyi dönerken enseme yapışacak ve beni içeri çekecekti. Ölmekten kurtulacaktım, sebepsiz yere dayak yiyecektim barın bodrumunda. Bunu düşlemiştim. Sonra, bir kere daha, bamm. Bu sefer ki öyle bir yankılandı ki arkasından kadının bir kaç el daha ateş ettiğini sandım. Beynimden haki yeşili montumu yırtıp geçen kurşunların sıcaklığını düşünmeyi atamıyordum. Tahminimce kurşunlar sıcak olacaklardı. Sonr..Ah! İhmal! Lanet belediye çukuru. Bu ihmalin işe yarayacağını düşünürken kadın çukurun üstünden atlarken beni farketti. Sendeledi, silahı aşağıya düşürdü. Silah daha yere düşmeden Karmaa! diye haykırdım sessiz bir çığlıkla. Silah düşüyordu, sıra bendeydi, onu alıp kadını vurucaktım. Düşüyordu tabanca, düştü, patladı. Karma.. diye hıçkırdım bu sefer göğsüm kanarken. Bu sefer kadın koşuyordu, bense belediye çukurunda kazara vurulmuş bir şekilde ölüyordum. Son duyduğum ambulans sireniydi. Onu dinlerken de bir yandan karmaya lanet ediyordum, yalan! Sonra gözlerimi morgda ki buzdolabının tam içine itilirken açtım. Karanlıktı, hayali bir kibrit çaktım. Sonra, karma..dedim. Yalan değil ve intikam çok yakın. Yakınlığından da çok olanı ise ürkütücülüğü, iğrençliği..Ölmüştüm ama yaşıyordum. Böyle bir çelişki filmlerdeydi, ama bundan aldığım haz başka hiçbir yerde yoktu. İntikam hevesim, bir çeşit canavarlıktan dolayı aldığım haz birleşince. Kadını saatlerce dövüp öldürmekten vazgeçtim, daha iyisini istiyordum. Bunları buzdolabının içinde düşünüyordum. Buradan nasıl çıkacağımı sonra düşünürüm, şimdi alacağım hazzın hazzıyla yanıyordum ve aklıma gelen kadını toprakla öldürmek. Evet, ona toprak yedireceğim. Vucudunda ki bilmemnelerin bilmemnereleri yırtılacak ve ölecek. Ölmesse de, tecavüz ederim. Evet, evet evet. Karma, teşekkür ederim.

Amerikan Rüyası

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , | Posted on Cuma, Ağustos 13, 2010

0


Kısaca Josh. Saat 02:24. Kız kardeşim nerde bilmiyorum, annem sızmış. Bu gün çok yorulduğunu söylemişti. Şişenin kapağını açarken heralde. Kardeşim Era. Sanırım bi'yerlerde ve birileriyle sevişiyor. Bense burada dijital günlük yazıyorum. Biz üçümüzün altında olduğu bi otorite yok. Babamla beraber devrildi. Devrilmeden öncesinde "seni ve otoriteni sikeyim!" diye haykırıp, kalbimi hızlandırabiliyordum. Şimdi o öldü, hiç bişey yok. Sıkıcı. Rahat ama güzel olmayan şeyler yaşıyoruz. Annemin olmadığı gecelerde nerede olduğunu biliyorum, Rick denen sigortacı adamla beraber, ne yaptıklarını bilmiyorum. Adam evli, ve annem adamın evine gidiyor. Çok fantastik şeyler düşünebilirim, neyse. Kardeşim içinse durum farklı, onun nerede ve kimle olduğunu bilmiyorum ama ne yaptığını biliyorum. Genelde isteyerek, bazen istemese de sikişiyordur. "Hi there people I'm Bobby Brown" 

ARGHH

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in | Posted on Cumartesi, Ağustos 07, 2010

1

O binayı' yakarım. Senin götünde dolanmak için kendimi senin yoluna çiziyorum senin sikinde bile değil. Hatta varlığımdan bi'haber olmandan dolayı daha da vahim. Yeni başladığım, daha doğrusu sadece eğitimini aldığım rainbow markalı 6milyar su hazneli elektrik süpürgesi vari uzay mekiğine de sokayım! Kendi kendimi becerdim, nerden girdim bu işe. Yok arkadaş, benim özgüvenim sıfırmış ben bunu oğrendim. Kimse öğrenmesin, acıtıyo. Şirkete başvurmak için gitmeden önce yarım saat caddede gidip geldim. Sonra gittim, başvurdum, sözleşme imzaladım. Nası pişmanım, mnakoyim istemiyorum. Benden bi sik olmaz. Ailelerden randevu alıp bu ürünü tanıtıcam satmaya çalışıcam bilmemne. Hergün öncesinde de Gazi Osman Paşa'ya gidicem şirkete. Sonra millete gidip laga luga, ürünü satmaya çalışıcam. MNAKOYİM. İşe yanlışlıkla girdim, çıkamıyorum da. Kendi kendimi becerdim. Nası hüzünlüyüm anlatamam. Gördüğün gibi anlatamıyorum zaten de mnakoyim. Satış başına para alıyosun prim usülü. Bi bok satamazsam yol, yemek parasına verdiğim annemin paraları da göte gelicek. Tavsiyem odur ki, kendinizi tanımadan sikinizin dikine hareket etmeyin. Bişeyleri kaldırıp kaldıramayacağınızı bilmeden kaldırmaya çalışmayın, altında kalırsınız. Ya da kalın, banane. Ben burda 4 yıldır ilk defa hüzünlüyüm. O binayı da yakıcam o oturduğun binayı sürekli. Nası bi şeysin, benim için yapmışlar seni. Öldürücem ben seni o saçlarını yolucam. En platobik bülübablım, lülüğüm, maymunum, kadınım, seni çok kötü döverim.

Saçım düzgün olsun

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , | Posted on Cumartesi, Ağustos 07, 2010

0

Şarkının herangi bi'yerinde üç beş keman aynı anda girdiği zaman ağlıyorum ben.
Uyanıp masama yaklaştığımda çöpe atmak için elimi attığım paketin içinde son bir sigara kalmış olması muhteşem.
Söylemek isteyipde söyleyemediklerimi yazdığımda, sesim kısılıyor.
Okul, iş için falan Avrupa'ya gidip bu ülkeyi özleyen lavukları gördüğümde ise kafam allak bullak oluyor.
Sikko bir markette oldukça ucuz taklit bir mal alıp, tadını beğendiğimde ise muhteşem, muhteşem. MUHTEŞEM!
Sen de muhteşemsin, ben de olmaya çalışıyorum. Tanışmadık, bir gün tanışırız. Umarım o gün saçım düzgün olur.

Otobüs durağı kızları ve avcıları

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , | Posted on Salı, Ağustos 03, 2010

1

Olur ya, otobüs yolculuğunu severiz biz yanımızda mp3 çalar varsa. Kulaklıkların ikiside çalışıyorsa, şarjı tamsa. O zaman yolculuk uzun sürsede pek sallamayız şehiriçi trafiğini. Her neyse. Her haftasonu şehir merkezine inmek zorunda olan, (Niyeyse, bok var sanki) bir dallamanın günlüğünden geliyor Otobüs Durağı Kızları;
___________________________________________________________________________
Ya mnakoyim! Delirecem yahu. Ulan günlük. Bizim oranın durağı Ulus gibi lan, her yöne dağılıyo. Çok karizma ceketimi giyip gidiyorum durağa, en cool tavırlarla yaslanıyorum böyle mal mal ayakkabılarıma bakıyorum. Bence dışarıya şahane görünüyor bu hareket yahu. Neyse, karı kız akıyor tabii izdivaç durağı. Beğeniyorum renkli gözlüleri bilmemne. Doluyor taşıyor durak, ulan bindiğim otobüse bi tanesi binmiyor çıldıracağım lan. Çıldır Bülent. Vay mnakoyim diyorum kendi kendime. Gidiyorum ikiside boş olan koltuklardan birine oturuyorum hep. Ondan sonra yol boyu gerilim yaşıyorum günlük. Her durakta bakıyorum güzel karı kız biniyo mu diye. Lan biniyo, hep başka yerlere oturuyolar. Yanıma bi adam ve ya teyze oturacak diye çok tırsıyorum. Tırsıyorum Muhittin. Böyle bi gerilim işte. O’nun dışında. Bugün okulda Sibel ile konuşuyorduk sonra yanımıza Murat Gel.....

Şimdi burda ki Tırsıyorum Muhittin’in yaşadığı gerilimi yaşamayan bir tane ergen, bir tane dersaneye giderken “lanlanlan of ne güzel” demiyen erkek var mıdır söyleyin bana !?
YOKTUR!
Biz bunun bilincindeyiz. Ankara’nın birçok otobüs durağında gözlem yaptık. Hep heyecanlarını gizleyen, mavi jojoba tanesi ağırlığında nefesler alıp veren, ‘mal mal ayakkabılarına bakan’ erkekler gördük buralarda. Ha bazı izmaritleri toplayan erkekler vardı elbet ama onlar yolcu değil, yolcu olsa onlarda bu gerilimi yaşayacaklardır. İnsanın gözünün “Şepeşülle” adını verdiğimiz titreşiminden anlaşılabiliyor bu.

Otobüs Durağı Kızları’ ise, çoğu birşeyin farkında olmayan figüranlardır. Farkında olanlar ise, farkında değillerdir yani farkındalığın gibi bir zeytin bu. Farkında Osman.
Ekibimizden bir bayan arkadaşımızı hazırlayıp, çılgın fırça darbeleriyle bir seks makinasına çevirip Eryaman’ın Bakanlık güzergahında ilerleyen otobüslerinin birinin durağına gönderdik. Otobüs durağı kızımız, sadece durarak. Ergenlere olması gereken etkiyi yarattı. Yani burdan anlayacağımız Otobüs Durağı Kızları sabit, steril ve Damacana misali bir figüranlık farkındası İskenderin yağsız yenmesi gibi bişey olsa gerek ki sabit durmaktadırlar. Anladınız değil mi ?
Herneyse, ergenlerin kendi yaratıcılıkları, her ODK(Otobüs Durağı Kızı) tavlama taktikleri, tarzları, moleküler sıpapasyon sevinci misali stilleri vardır. Ekibimize dahil ODK’ üzerinde uygulanan taktiklerini anlaşmalı şöferlerimizle oturduğumuz kahverengi banklardan gözlemledik. Gördüklerimize inanmamız zor oldu, zor inandık yani. Zor Fahri, zor. ODK’ avcılarının kendi STAYLA’ hareketleri gözlemlerimize göre şöyle gelişti;

* Sigarayı çektikden sonra dumanı alırken “fıtsszııııpppp” efekti ile içeri çekme.
(Bu hareket ODK’leri etkilemez, yani neden etkilesin ki ? Aksine otobüsde avcının yanına oturma şansını azaltır, malum sigara pek hoş kokmaz. Evet, Marlboro bile kötü kokar)

* Durağın plastik mi yoksa hakiki cam mı olduğunu anlamadığımız şeffaf malzemelerine sırtını yaslayıp, ‘mal mal’ ayakkabılara bakma hareketi. Bu arada “Cam, sağlıktır.”
(Bu Hareket ODK’leri etkilemez, aksine kişi üzerisinde nasıl yazıldığını bilmediğimiz o “Otistik mi lan bu ?” şüphelerini uyandırır. ODK’ler akıl hastalarından pek hoşlanmazlar.)

* Otobüs gelirken otobüsün o çılgın teknoloji harikası ekranında güzergah numarasını öğrenmeye çalışırken, Sanki intikam peşinde bir Brus Vils görmüş edasında, hafif, kısık ve kartal bakışları fırlatmak. Otobüsün kapısı açıldığında basamakları ağır ağır tırmanmak, optik sistemine hala anlam veremediğimiz bir Melih Gökçek harikası olan kart okuyucuya da aynı keskin bakışları fırlatırken buruşmuş ego kartını ağır bir hareketle sokup çıkarmak ve, otobüs içerisinde belirlediği koltuğa ilerlerken de çamura basmışcasına her adımını 1.8 saniye gibi bir yavaşlıkta atmak.
(Bu hantallık ODK’leri etkilemez aksina kişi üzerinde “Öfff yaa(yhaa)” etkisi uyandırır. ODK’ler (potansiyel türkçe katilleridir,o da kısaca PTK’dir. Ne güzel değil mi ?)

* ODK’lerin dikkatini çekmek için avcının en sık kullandığı klişeleri yinelemek. Örneğin; “Pardon şu camı biraz kapatabilir misiniz ?(“aptal gibi sırıtarak” Hayır yani kendin kapatsana lanet adam! Herneyse.)
Avcı ergen ve silah arkadaşı Muharrem’in dikkat çekme amaçlı yolculuk boyunca boş boş konuşmaları. Örneğin; “Ya Muho işte biz de o gün” diye başlayan cümleler kurmak. Sesi Teoman’ a benzetmeye çalışıp cool olma çabasının acısı. Ve benzeri klişe cümleleri yinelemek.
* Bu başlarda, klişe olmadan önce bile işe yaramayacağını tahmin ettiğimiz kelimeler silsilesi artık ODK’lerin ezberinde yer etmiştir. Avcı, yine karavana.

Ekibimizde yer alan gönüllü ODK’ye teşekkür eder ve avcıların taktiklerinin işe yarama olasılığını sorduğumuzda aldığımız cevap. “Yaaa, bırakın bunları olm ya. Az yaratıcı olun.” Mesajı oldu. Lâkin gözlemlerimize dayanarak ODK’mizin de yanıldığını varsayıyoruz. Çünkü bir ODK’yi avlamak için, bu taktiklerin hiçbiri başarılı olmamakta. Gereken tekşey fiziki absolutes çalafinli karizmaya sahip olmak. Halk arasında “Yakışıklı” olmaktır.

İlginize ekibim adına teşekkür eder, yeni, yeniden, bir yeni Reha Muhtar tadında araştırmalarla tekrar birlikte olmaz üzere huzurlarınızdan ayakkabılarıma mal mal bakarak ayrılırım. Hoşçakalın “Mavi Jojoba Taneleri.”

Ben Afro Ceyda bi sigara versenize

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , , , , | Posted on Pazar, Ağustos 01, 2010

0

Yo! Duüd ben Afro Ceyda. Gettolarda efsane olmuş bir hatunum. Batı - Doğu yakası kardeşliğinin en büyük temsilcisiyim. O yüzden hem memelerim hem sakalım var. Hermafrodit tıpta ki adı. Evet bir çüküm de var. Yine de tüm kadınlardan daha kadın hissediyorum. Sakalı kendim yaptım, yakışıyor. Ja Rule samimi arkadaşımdır. Dr.Dre'nin amına koyim. 2pac iyidir. Neyse,

New York'un her yerinde ismimi bilirler. Tüm Dövme stüdyolarında üzerimden indirim yapabilirsiniz. Eğer yapmazlarsa onları işlevselliğini yitirmiş minik çükümle oral seks yaptırırım! Bizim mahallenin bakkalı türkmüş. İsmimi o koymuş. Ceyda. Şehrin otelinde dans etmeye başladım 18 yaşındayken. Dans hocamın adı da Ceyda' idi. Eskiden matematikçiymiş. Sonra dedi ki "Senin adın da Ceyda, benim adım da Ceyda. Senin adın bundan sonra Afro Ceyda olsun." dedi. Şimdi 36 yaşındayım. O günden beri Afro Ceyda olarak biliniyorum. Her türlü ot, cigara, uyuşturucu, kavga, karı kız muhabbetinizde bana gelin. Ben şu ışıkların orda bi'yerde oturuyorum. Yardımcı olurum. Ayrıca Lady Gaga'nın allah belasını versin. Yok onun bamyası falan. Fikir çalıyo kaltak. Neyse. Hem ben aşk oyununu daha çok seviyorum.

Işıkların orda ev arkadaşım Rasta Osman ile takılıyorum. İyi adamdır. O'ndan daha sonra ki sayılarda bahsedeceğim. Kendimden de çok bahsedeceğim.

DıdımDIDIM!

-Osman naber lan götüm
-Ohoo Afroo meeyn. İyidir.

Fanzin'de görüşücez anam.

(Ceyda'yı Gökçe Uzgören çizziklemiştir.)

Pembe Apple ve Modern Zaman Yazarlığı

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , , , , , , | Posted on Pazar, Ağustos 01, 2010

0

Günümüz yazarlığı artık bambaşka yerlerde. Bu baya bi zamandır böyle aslında. Bizler değil, profesyonel yazarlar içinde işler değişti. Bazısı hala kalemi kağıda sürtse bile, düzenlemesini bilgisayarında yapıyor. Bazı entelektüel kesimler ya da sözlük yazarları bu durumu yadırgayabilirler. "Ama, lâkin ki, öyle değildir. İsteyen istediği şekil yazar."

Ben de her zaman eskileri sevmişimdir. Onlar daha gerçek. Fotoğrafçının makinesinden çıkan sesi sevmesi gibi. Kimi bundan ötürü dijital makinelere sıcak bakmaz. Kimi de stüdyo sahibidir. Dijital, filmleri öldürünce fotoğraf stüdyolarının işleri de düşmüştür. Burda önemli olan kaybedilen kazançlar.

Konumuz kendi çapımızda zaman ayrımı yapmak yazı yazmak hakkında. Fotoğraf makinesinden, daktiloya dönelim. Elbette daha otantik. Yazarın o tıktıktık tuş seslerini sevdiğine kimsenin şüphesi yok. Bu' günlerde belki bir kaç tane daktilo kullanan yazar vardır. Geri kalanları şov yapmak, entelektüel görünme çabasındadır. Satış politikasıyla alakalıdır. Ben hayatımda hiç daktilo kullanmadım. Kullanmayı çok isterim, merak ediyorum. Yine de zamana ayak uydurmaz isek kendisi götümüze kaçabilir. Eminim ki daktilonun havası bir başka, hatta belki kokusu bile vardır ama ben o kağıtları sürekli hizalamakla uğraşacağıma inanmıyorum. Tamam ben bir yazar değilim ama yazarlar okurları için yazıyor. Ben de bir okur olarak onlara değerli yorumlar yapıyorum. Bir yazar istediği parayı kazanmaya başlamadıysa hala yorumlara değer veriyordur demektir. Günümüzde hala 17. yüzyıl filozofları gibi 'uydurma'lar yapan yazarlar var. Daktiloyu da hala kullanan yazarlar var. Bana inandırıcı gelmiyor, Kişisel gelişim zırvalıklarından bi farkı yokmuş gibi geliyor daktiloda yazdığını belli etmeye çalışan yazarların. Bazılarımız var elbet, doğrular içinde yalana inan. Biz de kendi bakış açımızla aynı boku yiyoruz, Elimizde beyaz kupada ki kahvemiz ve renkli dizüstü bilgisayarımızı alıp, şehrin göbeğinde trafik gürültüsünü dinlerken, o dar balkonda ayaklarımızı uzatıp yazmayı seviyoruz.

-Ekin, pembe Apple'lan. İlham kaynağı resmen tipe bak.
-Yerim lan ben bunu.

Aa Songüz n'aber ya !?

Posted by Oduncu Gömleği | Posted in , , , | Posted on Pazar, Ağustos 01, 2010

0

Kahverengi. Kırmızının üstüne belki biraz sarı, bazen tam tersi. 4'lünün en güzeli, mevsim sonbahar. Rüzgar! Balkonun parmaklıklarının aralarından, üstünden değil. Üstten aut yok. Kaleci kısaysa eğer, çok işimize gelirdi. İyi oynamayan kaleciydi, o kısa, kalesi ufak kaleciydi. Benzemek için baklava desenli kazak giyen bir hevesliydi o. Taş zeminin heryerine düşmüştü heralde yapraklar. Hepsi köşede şimdi, turuncu tulumlu belediye şeytanı mızrağıyla bir köşeye itmiş hepsini. Rüzgardan uçuşup ses çıkarıyorlar bazen. Onlarca kişi çekirdek çitiyor sanki, bizim 21 aylık oyunumuzu izliyorlar. Biri vardı abi derdik, pek fazla görmezdik zaten. Sonra kayboldu. O iyi saydırırdı ama derdimiz o ve becerisi değil, kız kardeşiydi. Onu görmek için çağırırdık abi'yi. Adı neydi acaba, topa abanan hayvandan çok o yakardı canımı. Aklıma geldi hüzünlendim yine demeyeceğim. Sikimde bile değil. Merak ettim sadece.


Çünkü bu hayvan gibi kavuran sikik Ankara'nın sikik sıcağından ölesiye bunaldım! Düşünebildiğim en yakın ve tek şey o. Hayır be, karı değil. Mevsim. Sonbahar.